31 Mayıs 2014

\'Çocukların dağa çıkmasını\' önlemek mi istiyorlar?

Hangi TV’nin haber programını açsanız, Diyarbakır’da kadınlı erkekli ailelerin “Çocuklarımızı geri getirin!” feryadı ile karşılaşıyorsunuz. Gazeteler de bu görüntüleri öne çıkaran haberleri hiç ıskalamıyor! Tersine yandaş medya ve sermaye medyası bu görüntüleri daha da öne çıkaran bir yayıncılık çizgisi izliyor.

Başbakan ise bu fırsatı sonuna kadar kullanmak için BDP’ye, HDP’ye yükleniyor; “terör örgütü” vurgusunu yeniden öne çıkarıp, “Ya çocuklarımızı getirirsiniz ya da B ve C planlarını dereye sokarız!” diye aba altından sopa göstermeyi de aşarak açıkça “çözüm sürecini” tehdit ediyor!

Arkasında bir senaryonun da olduğu anlaşılan bu gürültülü ve çok unsurlu propaganda son günlerde siyaset gündeminde giderek öne çıkarılan “PKK’nin çocukları zorla ya da kandırarak dağa çıkardığı” iddiaları üstüne kurulu.

Bir yandan bir buçuk yıldan beri “çatışmasızlık” öte yandan da İmralı ile görüşmelerin sürdürüldüğü dikkate alındığında, böyle bir dönemde, “Çocukları dağa kaçırıyorlar” iddiası üstünden, PKK’nin “terörist örgüt” denerek hedefe konması, “manidar” bir durum ortaya çıkarmaktadır!

“Çocukların kaçırılmasına pek üzülüyorlar”mış, “Çocukları kaçırılan, anaların ağlaması yüreklerini dağlıyor”muş,… gibi istismar gerekçelerini bir yana bırakırsak bu; “Çocuklar kaçırılıyor” iddiasının böyle öne çıkarılmasında iki nedenin olduğu gözleniyor.

Bunlardan birincisi; “Boko Haram” adlı Şeriatçı örgütün bir okulu basarak 300 dolayında kız öğrenciyi kaçırması üstünden “çocukların kaçırılmasına” karşı yükselen uluslararası tepkiyi arkalarına alarak, “Bizde de PKK, Boko Haram gibi çocukları kaçırıyor” iddiasıyla PKK, BDP, HDP’yi ulusal ve uluslararası düzeyde itibarsızlaştırma amaçlanmıştır.
Oysa Nijerya’da ve Türkiye’de yaşanan tamamen farklı iki olaydır.

Her şeyden önce Boko Haram, bir okulu basıp kız öğrencileri zorla dağa kaldırmış, “Eğer istekleri kabul edilmezse kızları köle olarak satacağını ya da zorla evlendireceğini” ilan ederek, tam bir insanlık suçu işlemiş, dünyadaki tepkileri fazlasıyla hak etmiştir. Türkiye’de “Kaçırıldı!” denilen çocuklar ise; muhtemelen PKK’ye katılmak için kendi aralarında da örgütlenerek dağa çıkan çocuklar ve gençlerdir. Üstelik benzer bir durum bu ülkede 25-30 yıldır rutin olarak yaşanmaktadır. Ama Hükümetin, bunu “yeni duymuş” gibi, aileleri de ortaya sürerek, Kürt siyasi güçlerini baskılamak, “yalnızlaştırmak” üzere bir kampanyaya dönüştürmek üzere planladığı anlaşılmaktadır.

Ama bu birinci neden, asıl olarak şimdi sözünü edeceğimiz ikinci nedenle bağlantılı olarak ayrıca önem kazanmaktadır. Ki, o da “Çözüm süreci”nin bugün geldiği aşamadır.
Kürt siyasi güçleri cephesinden “Sürecin ilerlemesi için Hükümetin adım atması” talebi daha fazla yükselirken, Hükümetin hiçbir şey yapmadan süreci Kürtler ve Türkiye’nin demokrasi güçleri için bir “Demokles Kılıcı”na döndürmesi, “Çözümsüzlüğü ve müzakereyi sonsuza kadar sürdürme” tutumu, tepkileri yoğunlaştırıp tehlikeli hale getirmiştir.
Bu tepkiler bölgede yoğunlaşan polis terörü, kalekol yapımı,… gibi girişimlerle artmaktadır. Ve bu girişimlere karşı kimi barışçıl ya da silahlı karşı duruşların artması da dikkat çekmektedir. Gençlerin dağa yönelmesinin arkasında da “Çözüm sürecinin” böyle bir evreye doğru sürüklenmesinin rolü olduğu tartışılmazdır.

Hükümet bu gelişmeleri kendinin adım atması içir bir “uyarı” olarak görmek yerine, Kürt güçlerini köşeye sıkıştırarak geri adım atmaya zorlamanın vesilesi olarak kullanmak istemektedir. “Çocuklarımızı geri verin!” kampanyası da “çocuk”, aileler”, “ağlayan analar”… sembollerinin de bolca kullanılacağı bu yönelişin bir dayanağı olarak seçilmiş görünmektedir.

Türkiye’nin içinden geçtiği süreci bilenler için Hükümetin bu girişimi son derece tehlikeli bir girişimdir.

Tersine Hükümete düşen, eğer çocukların dağa çıkmasından gerçekten rahatsızsa, çözüm çocukları gençleri dağa çıkmaya zorlayan işsizlik, yoksulluk, eğitimsizliğin ortadan kaldırılması, Kürtlerin haklarının tanınması, polis terörünün engellenmesi, dağdakilerin legal siyasete dönmesinin olanaklarını yaratan yasal ve anayasal düzenlemelerin yapılması,… gibi önlemler alınarak, dağa çıkmaların nedenini ortadan kaldırmaktır.

Aksi halde Hükümet, “Barış ve müzakere süreci”ni de tehlikeye atan, geri dönemeyeceği bir badireye sürüklenecektir.

Ne yazık ki gidişat bu doğrultudadır ve Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimini bu türden “mezhep”, “milliyet”, “ölüm”, “dağa çıkıp çıkmama” gibi istismarlar üstüne kurarak ilerleyeceğini göstermiştir. Bu yüzden de süreci ilerletmenin yolu Başbakan ve Hükümetin isteklerine boyun eğmekten değil demokrasi talepleri doğrultusunda mücadeleden geçmektedir.

Evrensel'i Takip Et