01 Haziran 2014 00:32

İsot acısı, şark çıbanı meselesi

İsot acısı, şark çıbanı meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,
Diyarbakır Kitap Fuarı’na katıldığım şu günlerde maziye dalıp, eski, ama anılarımda hiç mi hiç eskimeyen günlere nedense dalıp gittim. “Zaman Tüneli”nin girdaplarında, geride kalan yılların “labirent”lerinde gezinip durdum.
Çocukluğumun geçtiği Diyarbakır’da, daha henüz on, on iki yaşlarındayken basit oyuncaklarımızı kendi el marifetimizle yapmaya çalışır, bunu becerebildiğimizde de sevincimizden sanki havalara uçardık…
Eskimiş bir “kaptıkaçtı” lastiği kazara da olsa elimize geçtiğinde, şimdilerdeki gibi yakıp sonra da polis “emice”lerimizin önüne “barikat”diye koymaz, tam aksine özenle yaktığımız bu lastiklerin yanaklarındaki “çelik çember”leri güçbela çıkardıktan sonra Diyarbakır’ın daracık sokaklarında, eğri büğrü “küçe”lerinde keyifle çevirip, böylece tadına doyulmaz oyunumuzu sürdürürdük…
Genellikle eski bir lastik bulamadığımız, daha da doğrusu böylesine olağanüstü bir “nimet”e ulaşamadığımız zamanlarda, yine sağdan soldan şu veya bu şekilde bulup buluşturduğumuz Sümerbank’ın balya çemberlerinden imal ettiğimiz bu “modern” oyuncaklarımızla avunup dururduk…
Oyuncak “icat”etme konusunda hayli yetenekliydik; okunmuş eski gazetelerden uçurtma, mermer parçalarından minik bilyeler, sopalardan çelik çomak, kuş avlamak için sapan, “çatallastik” gibi şeyler yapmak hem kolay, hem de bizim için zaten çocuk işiydi!
Kışın içine taş sıkıştırılmış kartoplarıyla oynayıp kafa göz yarmak, yazları karpuz kabuklarını birbirimizin üstüne başına fırlatıp bunu kahkahalar eşliğinde eğlenceye dönüştürmek, toprak damlı evlerimizin kerpiç duvarlarını mekan tutmuş eşek arılarının yuvalarını çomaklarla kurcalayıp, sonra da arıların soktukları şiş yanaklar içinde ağlayıp evin yolunu tutmak gibi daha bir sürü çocuksu “icraat”larımızla günümüzü gün ederdik ama, iş eninde sonunda dönüp dolaşıp “tahterevalli”ye ya da bizim yöresel deyişimizle “dıngılafistan”a gelince keyfimiz kaçar, mutsuzluğumuzu için için sanki gizlice yaşar, nedense çocuksu kıskançlığımızla baş başa kalıp üzülürdük…
Bin dokuz yüz kırklı yılların başlarında canımız istediğinde rahatlıkla oynayabileceğimiz “çocuk parkları” veya oyalanabileceğimiz bir kum havuzu, hatta en basitinden sallanıp duracağımız uyduruk bir salıncak veya dıngılafistan yokken, öte taraftan şehrin ana caddelerinde “milli” bayramlarda kurulup bayraklarla donatılan, yeşil yapraklarla, dallarla özenle süslenen “Zafer Takları”nın altından ha babam bir aşağı bir yukarı rap rap rap yürüyüp, böylece sözüm ona “asker”cilik oynayıp eğlendiğimiz o günlerde, az ötedeki “vali konağı”nın ve hemen bitişiğindeki “ordu evi”nin demir parmaklıklarla, dikenli tellerle çevrili bahçelerinde yalnız başlarına veya “paşa” çocuklarıyla beraberce salıncakta sallanan, kaydırakta kayan, dıngılafistanda kurulup oturan, hepsi de yaşıtımız olan bu çocukları parmaklıklar ardından hayranlıkla seyrederken, onların yerinde olamadığımız için üzülürken, diğer yandan da bizleri sanki küçümseyen bakışlarıyla göz göze gelmemek için boşuna direnirdik…
Devran değişti, yaşıtımız paşa ve vali çocukları daha sonraki yıllarda Anadolu’nun kim bilir hangi yörelerine “tayin” edilen babalarının yanı sıra ailece göç edince, bu kez da onların “dıngılafistan”larına başka valilerin, başka paşaların çocukları oturup eğlendiler…
Evet devran değişti, seneler senesi “es”ler çizerek yoluna devam eden Dicle’nin bulanık sularına sanki bekçilik eden tarihi “On Gözlü Köprü”nün altından hayli sular akıp gitti; ama bugün bu saat şu bizim diyarlarda hâlâ değişmeyen, “isot” gibi yakıcı, “şark çıbanı” gibi kalıcı olan acı gerçek, Diyarbakır küçelerinde ne yazık ki yine aynı minvalde kol geziyor.
Nitekim yıllar önce köylerinden koparılan, “zoraki göç”lerle yurtlarından edilenlerin torunları şimdilerde kuytu bir parkta oynamak yerine, Diyarbakır’ın daracık küçelerinde başlarındaki simit tablalarıyla “nafaka”larını çıkarmanın peşinde koşuşturup dururken, öte yandan hayallerini süsleyen bir “dıngılafistan”ın özlemiyle acaba yanıp tutuşuyorlar mı, kim bilir Kirvem!

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa