2 Haziran 2014

Gezi öğretmeye devam ediyor

AKP Hükümeti İstanbul’u son bir ay içinde ikinci kez polis kuvvetleriyle işgal etti. Taksim ve çevresini 25 bin polis 50 TOMA ile işgal eden Hükümet, çeşitli semtleri de “kısmen” işgal ederken, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir, … gibi illerde de “Haziran Direnişi”nin, birinci yıl dönümünde sokağa çıkanlar polis şiddetinden nasibini aldı.
31 Haziran 2013 gecesi Taksim’de, Gezi Parkı’ndan başlayıp, “Her yer Taksim her yer direniş” sloganıyla yayılan “Gezi direnişi”, bir ay boyunca, Türkiye’nin siyaset, ekonomi, ideoloji, emek, kültür-sanat, medya, spor, sosyal yaşam… tüm gündemini belirlemişti.
Resmi kaynaklara göre, 81 ilden 79’unda gerçekleşen eylemlere 4.5 milyon kişi katılmış; bu eylemler sırasında; biber gazı, su, TOMA, cop,… polis şiddeti, sadece belirli kişilere karşı, halkın huzuru için kullanılan bir araç değil, devletin halkı zapturapt altına almasının aleti olduğu gerçeği de 79 ile yayılmıştı.
Polis şiddetinin sınırsız biçimde artmasının sonucu olarak, bu eylemler sırasında 7 genç hayatını kaybetmiş; yüzlerce kişi ağır biçimde yaralanmış, binlerce kişi gözaltına alınmış, polis şiddetine maruz kalmış ve binlerce kişi de “Gezi eylemlerine katılmak”tan mahkemelere sürüklenmişti.
Aradan geçen bir yıl içinde de “Haziran direnişi” ve onun ortaya çıkardığı gerçekleri ve “sorunları” tartışıyoruz. Dahası “Gezi”de ortaya çıkan büyük gücün bize söylediklerini dikkate almadan ciddi bir tartışma yapamayacağımızı da fark ediyoruz.
Kısacısı ”Haziran direnişi” bugün gündemimizde 2013 haziranındaki kadar yer kaplıyor görünmese de aslında o direnişin ortaya attığı sorular ve sorunlar bugün de gündemimizin en önemli yanını oluşturmaya devam ediyor.
Nitekim “Gezi”nin birinci yıl dönümünde, Taksim Dayanışmasının çağrısı ve bu çağrının Hükümet tarafından “kriminalize” bir vaka olarak gösterilme gayretlerini aşmak için de son derece önemli bir dersi yeniden gözümüzün içine soktuğunu gördük. Ki, o da bu tür çağrılar eğer işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, Kürtler, Aleviler,… gibi toplumsal sınıf ve tabakaların örgütlü kesimlerinin hareketi içinde bir karşılığı yoksa başarılı olmasının sadece “rastlantılara bağlı olduğu”dur.
Bundan sorumlu olan elbette çağrıyı yapanlar değil, bu çağrıya yanıt vermesi beklenen kurumlar, örgütler, çevrelerdir.
Çünkü eğer bir çağrı yapılıyorsa bu çağrıya ancak örgütlü güçlerin yanıt vermesinin garantisi olabilir. Nitekim, İstanbul ve diğer illerde de çağrıya yanıt verenler az çok örgütlü güçler olmuştur.
AKP Hükümeti de son bir yıldan beri “Gezi”den kendince sonuçlar çıkarmış; Gezi güçlerini “kazanılması mümkün olmayan, düşman güçler” olarak görmeyi esas alan bir yaklaşım içinde olmuştur. Ergenekoncuları, Balyozcuları, AKP içindeki ve dışındaki kendisine karşı her muhalefeti her eleştiriyi de bu hedefe bağlayan Erdoğan ve AKP propagandası “Gezi direnişini”, kendi etrafındaki yüzde 40’ları sağlam tutup karşı tarafın bölünmesinden fayda ummayı esas alan bir stratejiye dayanak yapmıştır. Özellikle “seçimler stratejisi”ni böyle oluşturmuştur.
Tayyip Erdoğan’ın her vesileyle bir yıl önce “olmuş” bir Gezi’yi konuşmalarını bağlandığı “ana mihrak” yapmasının nedeni de budur.
Hükümetin bu oyununun bozulmasının şartı da açıktır ki, Hükümetin politikalarıyla onay veren, gerektiğinde arkasında duran geniş emekçi kesimlerin Hükümetin politikalarıyla karşı karşıya gelmesinden geçmektedir. Soma’da bu olmuş, 301 işçinin yaşamına mal olan bir katliamla AKP’ye oy veren kitle, ölen 301 işçinin Hükümetin özelleştirme, taşeronlaştırma politikalarının kurbanı olduğunu fark etmiştir. Ancak sadece “farkına varmak” yetmiyor, onların aynı zamanda talepleri doğrultusunda mücadeleye çekilmeleri, bu mücadele içinde bilinçlerinin keskinleşmesi de gerekiyor.
Gezi direnişinin birinci yılında herhalde en önemli ders de; geniş gençlik ve kadın yığınlarının, işçilerin ve emekçilerin kendi talepleri etrafında birleşmesi, ve Gezi’nin özgürlük çağrısına kendi tarzlarında yanıt vermek üzere örgütlenmelerini ilerletmek için çalışmanın bir kez daha bilince çıkarılmasıdır.
Gezi direnişinden beri her çağrı, her mücadele bu ihtiyacı daha yakıcı biçimde hissettiriyor.
“Haziran Direnişi”, öğretmeye devam ediyor. Onu aşacak mücadeleler olmadıkça da devam edecek görünüyor.

Evrensel'i Takip Et