03 Haziran 2014 00:15

Ama yasamız güzeldi!

Ama yasamız güzeldi!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yaşadığımız bu zamanlar, çok zor zamanlar. Tarih yazacak hepsini elbette. Bundan 50 yıl sonra bir belgeselde şu sözler söylenecek belki de: “1980’lerden sonra Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalar, şu kadar işçiyi tersanelerde, şu kadar işçiyi madenlerde katletti. Üstüne binen baskıcı, muhafazakar yönetim anlayışı pek çok toplumsal harekete neden oldu. Toplumda kadın cinayetleri arttı. Orta Çağı andıran o günlerde bir takım toplumsal başkaldırılar da oldu”. Kim bilir, belki de başka türlü şeyler söyleyecekler. Tarihi kimin yazacağına bağlı!
Bu köşede yazmaya başlamadan önce benden bir “köşe adı” istediler. Bir çocuğa ad koymak daha kolay olurdu herhalde, çok sıkışınca ikinci bir ad koyup işin içinden sıyrılabiliyorsun ama burada öyle olmuyor işte. Sonunda Günebakan adını seçtim. Yaşadığımız bu zor zamanlarda, yüzümüz hep güneşe dönük olmalı, ensemizi karartmayalım.
*****
Son günlerin en çok konuşulan konusu Soma ile ilgili pek çok şey söylendi ancak daha söylenmemiş çok şey var.
AKP’nin neoliberal kurallara göre dizayn ettiği çalışma yaşamı Soma’da kazaya uğradı daha doğrusu patladı. Yani patlayan ne trafo ne grizu ne de başka bir şeydi! Patlayan, 19. yüzyıldaki çalışma koşullarının, 21. yüzyılda Türkiye topraklarında yaşanan hali idi: uzun çalışma süreleri, taşeronluk, esnek çalışma, güvencesizlik, özelleştirme.
Soma kazası, bugüne kadar sendikalar dahil kimsenin gündeminde olmayan işçi sağlığı ve güvenliği sorunlarını da konuşulur hale getirdi.
Kimilerinin “iş sağlığı” kimilerinin “işçi sağlığı” dediği bu terim bir dönemin tartışma konusuydu. Terime kaynaklık eden İngilizce sözcük değişmezken bu değişim neyin nesi deniyordu. “İş sağlığı” terimini kullanmaya başlayanlar bunun daha kapsayıcı olduğunu sadece işçileri olumsuz etmenlerden korumak değil aynı zamanda “Üretimin devamlılığını sağlamak ve verimliliği artırmak için” olması gerektiğini savundular, yazdılar, çizdiler. Hal böyle olunca gerçek niyet de ortaya çıktı. Demek ki bunların anladığı şuymuş: İş, işçiden daha önemliymiş. Önemli olan işin selameti imiş.
Konuyla ilgili tüm mevzuatta “iş sağlığı”nı kullanan AKP’lilerin, Soma sonrası “İşçi sağlığı ve iş güvenliği” diyor olmaları da dikkat çekici. Başbakan dahil bakanların bu terimi tercih etmeleri ise yaşanan facia sonrası trajikomik.
Soma kazası, dört başı mamur olduğu iddia edilen bir “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası”nın olduğu bir ülkede meydana geldi. Yasayı yapanlar ne diyorlardı: ülkenin tarihinde “iş sağlığı ve güvenliği” adını taşıyan ilk yasa AKP döneminde yürürlüğe girdi. Artık kamu ya da özel kuruluş ayırımı olmadan, 50 işçiden az ya da çok demeden, sanayi olsun olmasın herkes bu yasanın güvencesi altında idi. Bu yasa, ülkenin geldiği “ekonomik gelişmişlik” düzeyini taçlandıran bir havada sunuldu.
Hükümet bürokratları bir tarafa, pek çok akademisyen de bu havaya girerken aslında yeni bir pazar açılmıştı. Yasanın gerektirdiği ortak sağlık ve güvenlik birimleri (OSGB’ler) aslında işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerinin kendisini taşeronlaştırdı. Yasanın savunduğu gibi, OSGB’ler tüm işyerine değil, büyük fabrikaları kapmaya çalışıyorlardı. Küçük işyerleri küçük şirketlere hatta kişilere kalmış, elinde çantası gezen ile iş güvenliği uzmanı fiyatı düşürüp işçi başına 15 TL’ye risk analiz yapar olmuştu. Böylece yeni yasamız kendi tabirleri ile “iş sağlığı ve güvenliği” bizim tabirimizle “can pazarı”nda büyük bir pazar açtı. Uzmanların eğitimi, hizmetlerin sunumu, kişisel koruyucuları ile yeni bir pazar, piyasaya taze kan.
Sahi, bu kadar mükemmel bir “iş sağlığı ve güvenliği” yasamız varken neden 301 işçi öldü?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa