04 Haziran 2014 00:22

Çöküşünü hak eden toplumun öyküsü: “Bir halk düşmanı”

Çöküşünü hak eden toplumun öyküsü: “Bir halk düşmanı”

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir Halk Düşmanı (özgün adı: En Folkefiende), Norveçli Yazar Henrik İbsen’in (1828-1906) 1882 yılında yazdığı, Türkçeye Yılmaz Onay ustanın (Mitos Boyut Yayınları- 2011) kazandırdığı bir yapıt. İçeriği açısından aradan geçen 132 yıla rağmen güncelliğini koruyan, gülmeceyle dramı bir arada barındıran oyunu, bu kez 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Schabühne Berlin yapımı olarak Thomas Ostermeier (1968) rejisinden izledik.  

KONU
Oyunun konusu özetin tiridi olarak şöyle:  Norveç’te bir kaplıca kentinde çocuğu ve eşiyle birlikte yaşayan Dr. Thomas Stockmann, kentteki kaplıcaların insan sağlığına zararlı kimyasallar içerdiğini öne sürmektedir. Bunu kanıtlama çabasında karşısına dikilecek en büyük engel, ağabeyi ve aynı zamanda Kent Meclisi Üyesi olan Peter’dir. Stockmann’ın mücadelesinde belirginleşen iki kardeşin savaşımı, giderek genişler ve önce doktorun çevresini, sonra bütün kenti kapsar.  

VURDUMDUYMAZLIĞA SERT TOKAT
Thomas Ostermeier eseri yorumlamasında, sanayi devrimini büyük ölçüde tamamlamış Avrupa’da,  sanayicilerin ve tüccarların gelirlerindeki olağanüstü büyümenin yanı sıra, geniş emekçi kesimlerin olağanüstü sefalet ve yoksulluğunun toplumsal yaşamda var ettiği çelişmeleri (Dostum Erkal Umut’un dediği gibi eleştirel, reformcu çizgide ve dramatik tarzda)  işleyen yazara çok farklı bir değer katmış. Dramaturg Florian Borchmeyer ile birlikte yazarın ruhuna tamamen sadık kalarak rejisinde kârdan başka amacı olmayan burjuva yalancılığına, liberallerin demokrasi aldatmacasına, çürümüş toplum düzenine karşı çok sert eleştirel bir yapı çatmış. Çevre sorunlarına 132 yıl önceden dikkat çeken yazarla birlikte, günümüz medya dünyasının ve devlet yöneticilerinin bu konudaki vurdumduymazlıklarına sert bir tokat atmış. Oyuncuların hep birlikte icra ettikleri İngiliz Sanatçı David Bowie (1947)’nin “Oh, yeah / Mmm / Still don’t know what I was waitin’ for / And my time was runnin’ wild…” diye başlayan şarkısı da güncellemeye katkı sağlamış.  

ÇOK ‘GAM’LI BİR CAZ BESTESİ

Ostermeier, reji çalışmasını adeta bir caz müziği parçası bestelercesine ele almış, yeri gelmiş doğaçlama yapmış. Kendince armonik bulduğu alışılmış reji yapısını değiştirerek özgün bir tarz yakalamış. Tiyatro sanatının tüm çeşitliliğini ve esnekliğini kullanmış, giderek Ibsen’in kurduğu çatıya sığınmış, ama yapıyı bütün yönleriyle olgunlaştırmış, tamamlamış. Oyuncularını sanki birer enstrüman gibi kullanmış.  Armonik olarak incelikli akorlar yakalamış, genel anlamda distortiona (normal bükümü bozmak anlamında kullanıyorum) yer vermemiş, ama hafif distortion tınılarını savsaklamamış, gerçekten alkışlanması gereken çok “gam”lı bir caz bestesi yaratmış.

YARATICILAR

Diğer taraftan, Jan Pappelbaum’un sahne düzeni kendine özgü havasıyla izleyicide belirli izlenimler uyandıran ve olay yerlerini somut biçimde dile getirebilen nitelikte.
Ninan Wetzel’in kostümleri belli bir düşünüp taşınma eyleminin izlerini taşımakta.
Malte Beckenbach-Daniel Freitag’ın ikilisinin müzikleri âlâ.
Erich Schneider’in ışık tasarımında kullandığı filtreler kostümlerin üzerindeki desenleri ve kostümlerin renklerini güçlendiriyor, belirginleştiriyor. Schneider sahneyi ışıklarla boyamamış, oyuncu/ların etrafında bir oyun alanı yaratmış. Işığın şiddeti, renkleri, dağılımı bu açıdan da pek güzel…
Katharina Ziemke’nin duvar çizimleri mükemmel!

OYUNCULAR
Stefan Stern, Ingo Hülsmann, Eva Meckbach, Christoph Gawenda, David Ruland, Moritz Gottwald ve Thomas Bading’in oyunculukları için eleştirmen gözüyle söyleyecek hiçbir sözüm olamaz.
Sıra dışı disiplin anlayışı, karakterin düşünce izleğini saptama, sözcüklerin doğmasına yol açan düşüncelere ve itkilere dair duyguları bilme, vokal tonlamalarda şaşmama, ses üretimini yansıtmadaki kusursuzluk, nefes kontrolü mükemmeliyeti, karaktere “sezdirmeden yaklaşma” yeteneği…
Tiyatroyu biraz bilen izleyici, bütün bunların varlığını yedi oyuncuda da duyumsamadan mümkün değil yerinde oturamaz.
 
VE SEYİRCİ…
Özetlemek gerekirse Ostermeier’in “Bir Halk Düşmanı” her yönüyle iyi idi, ama benim oyunu izlediğim üçüncü akşam bol çene seyirci içimi eritti, vallahi tansiyonumu yükseltti.  
Aşağı yukarı yarım saat süren ve izleyicinin başkahramanımız Dr. Stockmann’ın, gerçekleri açıklamak için düzenlediği toplantının katılımcılarından biri haline geldiği enteraktif bölüm esasen enteresandı; salon bir anda “forum” alanına dönüştü. Ostermeier seyirciyi de oyuna kattı, gel gelelim entel seyirci bana göre “tahammül bin fersah”tı.
Einstein’dan söz eden mi istersiniz, “Kurtar bizi Thomas” diyen mi; evde bıraktığı çocuğundan söz açıp, onun geleceğinden kuşku duyduğunu dile getiren mi; “solcu” olduğunu ilan eden mi hepsi vardı. Ingo Hülsmann’ın, yere düşen Stefan Stern’e tekme atışını, Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel ile özdeşleştirip, Hülsmann’a:  “Rapor aldınız mı” diye sorana bile rastlandı.
Tam “Vay neymişsin be Abi”lik yorumlarla süre tamamlanıp oyuna dönüldüğünde, enteraktif bölümün oyuncuların da içini baymasından olsa gerek, tempo çöker gibi oldu, sonra toparlandı.
Kısacası oyun mükemmel, ama entel seyirci tam anlamıyla madaraydı.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa