Yayımlama özgürlüğü için, daima!
Fotoğraf: Envato
Ne yazık ki, artık gelenekselleşmiş olan Türkiye Yayıncılar Birliğinin bu yılki ödül törenine katılamadım. Ödül töreninin ayrıca düşünce, basın ve yayımlama özgürlüğü için özellikle 80’den bu yana büyük emek harcamış olan ve hâlâ da bu çabalarını sürdüren Fikret İlkiz, Nadire Mater, Turgay Olcayto ve Şanar Yurdatapan’ın konuşacağı bir panelle bütünleşmesine çok sevindim. Böylece Türkiyeli yayımcıların 1960’lı yıllardan beri ülkemizde tabulara karşı verdiği bilinçli mücadelenin, tarihsel deneyimlerin yeni kuşaklarla buluşmasına da olanak sağlanmış oldu.
1990 yılında, Özal yönetimi, çıkardığı bir olağanüstü SS Kararnamesi ile matbaalara yayımladıkları kitaplardan dolayı sorumluluk getirdi. Ve bunun sansür açısından ne kadar etkili olduğu görüldü. Ama az sayıda da olsa bazı cesur yayımcılar bunu aşmayı başardı. Matbaa bulamayan, Rusya’daki Samizdatlar gibi fotokopi ile yayın çıkardı.
1991 yılında Özal yönetimi, hazırladığı TMK tasarısı ile yayımcıları bu kez çok daha ağır bir tehdit altına sokmaktaydı. Bu tasarıya karşı da uyarılarda bulunuldu ve ne yazık ki, bütün bu uyarılar birer birer gerçek oldu. DGM’lerde görülen davaların yarıdan çoğunun örgütsel ya da şiddete ilişkin içeriği yoktu. DGM’ler neredeyse, gazeteci, yazar ve yayımcılara yönelik özel basın mahkemelerine dönüştü ve heyetler de dava yükü altında ezildi. AYM, bu kanunun bir bölümünü iptal etti, bu durumda yayıncılar TMK karşısında sorumlu tutulamayacaktı. DGM’ler de ilk başta bu yönde karar vererek, yayıncıların beraatine hükmederken, Yargıtayın ‘ünlü’ 9. Dairesinin bir içtihat kararı ile yayınevi sahipleri gazete yazı işleri müdürüne benzetilerek, yani en temel hukuk ilkelerinden biri ihlal edilerek, hüküm tesis olunmaya başlandı.
1994 yılından itibaren yayınevi sahipleri peş peşe cezaevine girmeye başladı. Basın Konseyinin öncülüğünde, (O zamanki sekreter Fikret İlkiz’di) bir araya gelen yazar, yayımcı ve yazar kuruluşlarının çabası sonucu 1995 yılında sağlanan tek iyileştirme ise görülmekte olan davaların askıya alınarak çok sayıda yayımcı, yazar ve gazetecinin hapse girmesini engellemek oldu.
1994 yılında TMK nedeniyle ilk kez bir yayımcı hapse girdi, 56 yayımcı Bayrampaşa Cezaevi önünde yapılan bir basın açıklaması ile bunu protesto etti. Türkiye Yayıncılar Birliği de kurumsal olarak protestoda bulundu. 100 yıllık geçmişi olan, BM nezdinde danışman kurumu statüsü olan Uluslararası Yayıncılar Birliği (IPA) de, 1994’te verilen mahkumiyet kararını sert bir dille kınadı, çünkü “yayımlama özgürlüğü, sadece kendisi ile sınırlı mesleki bir özgürlük değil, demokrasinin temelini oluşturan ifade, basın, yazma ve yurttaşların okuma özgürlüğünün hayata geçmesinde hayati, stratejik bir önemi olan bir işleve” sahipti.
Türkiye Yayıncılar Birliği 1995 yılında, yargılanan yayıncılar ve yazarlara yönelik Düşünce Özgürlüğü Ödülü’nü tesis etti. Gazetemizin 20 yılı ile TYB’nin Yayınlama Özgürlüğü Raporlarının ve Ödüllerinin 20. yılının da çakışması son derece anlamlı.
1998 yılında, hem İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin hem de Frankfurt Kitap Fuarı vesilesiyle IPA bir defalığına olmak üzere bir yayımlama özgürlüğü ödülü tesis etti ve Hint Yayıncılar Federasyonunun önerisi ile bunun Türkiyeli bir yayımcıya verilmesini kararlaştırdı.
Amerikan Yayıncılar Birliğinin tesis ettiği Yayınlama Özgürlüğü ödülünün, son 20 yıl içinde Türk ve Kürt iki yayımcımıza verilmesi de tesadüf değil.
Gelin görün ki, Türkiye’de Susurluk olayının getirdiği görece serbest ortam da, Arap Baharı gibi kısa sürmüş, 1000 yıllık bir saltanat ilan eden post-modern 28 Şubat Darbesi gerçekleşmişti. “Şeriatçılığa” karşı olma kisvesi altında, basına ve yayımcılara karşı yeni bir baskı ve davalar dalgası gündemdeydi.
1998 yılında ilk kez verilen IPA Ödülünü ilk kez alan Türkiyeli yayıncı, pasaport verilmediği için Frankfurt’taki toplantıya katılamayacaktı. Ödül törenindeki sunumu ise Salman Rüşdi’nin bir kitabını yayımladığı için düzenlenen suikasttan kıl payı kurtulan William Nygaard yaptı. (Halen Norveç PEN’inin başkanı) Bu arada, bu suikaste ilişkin kapatılmış olan soruşturmanın, 6 ay kadar önce, Norveç adaleti tarafından yeniden başlatılmış olduğunun da duyurmak isterim. Rüşti hakkında Humeyni tarafından verilmiş olan Fetva’nın, İran tarafından çoktan kaldırılmış olduğunu da hatırlatalım. Ancak bu Fetva, 1993 temmuzunda 37 insanımızın Sivas’ta ateşe verilmesine neden olacaktı.
Türkiye’de yayımcılar, devletin bırakın desteğini, engellerine karşın on yıllardır dünyadaki siyasal, ekonomik, kültürel yayınları izlemede kararlı olmak yanında, kalitede de büyük ilerlemeler kaydettiler. Öte yandan Türkiye, artık bir sektör olan büyük yayınevleri yanında, zor ekonomik koşullarına karşın kültür hayatımızı zenginleştiren, son derece canlı bir bağımsız yayımcılık geleneğine de sahip. Ve onların yayımlama özgürlüğüne sahip çıkıp, onun sınırları zorlamasına hayranlık duyuyorum.
IPA 2005 yılında Yayınlama Özgürlüğü Ödülü’nü kalıcılaştırıp her yıl vermeyi kararlaştırdı. IPA 2007 yılında Türkiyeli bir gazeteci ve yayımcıya, Hrant Dink’e, onun gibi yaşamını bir suikast sonucu yitiren Rus Gazeteci, Yazar Anna Politovskaya’yla birlikte özel bir ödül verdi. IPA’nın bir başka özel ödülü ise 2010 yılında İstanbul TÜYAP’ta Yayımcı İrfan Sancı’ya verildi. Sancı, törende şöyle konuştu: “Tam bir ironi! Sabah mahkemedeyim, akşam ise burada bana bir ödül veriliyor.” Sancı beraat etti ama ironi bitmedi. Beraati Yargıtay denen müstahkem mevkide bozuldu ve o şimdi yine yargılanıyor.
Bütün bu ödüller, Türkiyeli yayıncıların özgürlük ruhunun, tabulara cesaretle karşı çıkışlarının ve yayımcılık tutkularının dünyadaki meslektaşları tarafından da dayanışma ve takdir duyguları ile izlendiğinin bir kanıtı.
Ama Türkiye’nin, otoriter/totaliter ülkeler ile özgürlükler bakımından aynı ligde kalma inadı, insana sadece acı ve utanç veriyor.
Nâzım’ın deyimi ile “alnımıza sürülen bu kara lekeyi” temizleyenler de, cesur ve onurlu gazeteciler, yazarlar, şairler, sanatçılar ve onların cesur yayımcılarından başkası değil. Siz aynı zamanda ülkenin onurunu temsil ediyorsunuz.
İyi ki varsınız!
28 Şubat’ın 1000 yıllık “militer” saltanat iddiaları gibi, 2011 yılında ortaya atılan “2023’e kadar ‘sivil’ saltanat” iddiaları da sökmeyecek.
Türkiye fetihlerle değil, özgürlük ruhunu savunan sizinle gurur duyacak!
“Bir gün mutlaka!”
- Vatansızlığı vatan eylemek 05 Aralık 2023 04:29
- Uzun mesafe koşucusuydu Osman 04 Kasım 2023 03:50
- Kitap yakmanın dayanılmaz ayıbı 02 Temmuz 2023 03:14
- İsveç’in de ATY’si var artık! 05 Mayıs 2023 04:14
- İhsan Doğan (Sinan Oza) ve Niyazi Dalyancı için 11 Nisan 2023 04:00
- Dünya Anadil Günü vesilesiyle 09 Mart 2023 04:15
- Soykırımı tartışmak 19 Ocak 2023 03:19
- Mahmut Baksi anısına 14 Aralık 2022 04:32
- Kendi kutsalına bomba koyan 06 Aralık 2022 04:10
- Yorum yetmez! 28 Kasım 2022 04:00
- Kesişen yollar 15 Kasım 2022 04:16
- Seyfo ya da kılıçtan geçirilmek 08 Kasım 2022 04:10