En haklı işçi, ölü olandır..
Fotoğraf: Envato
Türkiye’de Özal döneminde başlayan özelleştirme süreci sonucunda elden çıkarılmadık pek az şey kaldı. Özelleştirme İdaresinin verdiği bilgiye göre 1985’den beri 270 kuruluştaki kamu hisseleri, 22 yarım kalmış tesis, 1602 taşınmaz, 8 otoyol, 2 boğaz köprüsü, 123 tesis, 6 liman, şans oyunlarının lisans hakkı, araç muayene istasyonları özelleştirme kapsamına alındı. Devlete ait bu kurumların mülkiyeti büyük oranda artık özel sektörün elinde, az bir kısmı da başka bir kuruluşla birleştirildi ya da tasfiye edildi. Özelleştirme İdaresinin yayınladığı performans raporları ile ne kadar “başarılı” bir özelleştirme süreci yaşandığı daha ayrıntılı incelenebilir.
Özelleştirmede geldiğimiz noktada, 1999’da 755 bin olan kamu çalışanı sayısı on yılda 852 bine çıkarken özel sektör çalışanları 5 milyondan 8 milyona çıkmış. Diğer bir deyişle kamuda çalışan yüzde 12 artmışken, özel sektörde yüzde 61 artış olmuş. Yani, özel sektörde çalışan sayısı giderek artıyor. Bunun üzerine kamuda da performans, sözleşmeli çalışma vb. gibi özel sektör kurallarının girdiğini ekleyince aslında ‘Her yer özel sektör’ olmuş durumda.
Kamu kuruluşlarının hizmet satın alması, kapitalizmi girdiği krizden düze çıkaran büyük bir ‘buluş’. Böylece açılan büyük bir pazar var. Ana gövde olan bir kamu kuruluşu ve bunun çeperinde dolanan küçük firmalar. Devletin yasal düzenlemeleri bu fırsatlar dünyasında kendine yer bulmak isteyen bu firmalara umut veriyor.
Taşeronlaşma, rödovans, hizmet satın alma, performans adına ne derseniz deyin, devlet sermayeye bir taşla sadece iki değil çok kuş vurmanın olanağını sunuyor.
En büyük kuş: Örgütsüzlük. Sendikalaşmanın zaten düşük olduğu, ayrıca sendikaların bu halleriyle işçi sınıfı mücadelesindeki işlevlerinin tartışılır olduğu bir ortamda örgütlenmeden neden bu kadar korkuyorlar demeyin. Yakın zamanda yaşadığımız bir olayı hatırlayalım: kamu hastanelerinde örgütlenen Dev Sağlık-İş, AKP’nin e-devlet uygulaması (ya da gerçekte manevrasıyla) bir darbe yedi, 10 binden fazla üyesi yok sayıldı. Çünkü hastanede ihaleyi almış taşeron firmanın biri turizm firması, diğeri inşaat firması vs. görünüyor. Sistem, aslında sağlık iş kolunda çalışan işçilerin buraya kaydına izin vermiyor. Böylece taşeron sağlık işçilerinin ayağına çelme takan hükümet, asgari ücretle çalışan, her yıl firma değiştiren, her türlü işte çalıştırılan “yeni yüzyılın köleler”inin toplu sözleşme olasılığının yolunu kapatmış oldu.
Bunun için örgütlenenleri, bunun mücadelesini yürütenleri de işten atıyor. Yasalar asıl işverenin sorumluluğuna her zaman işaret etse de herhangi bir durumda hedef “firma yetkilileri” oluyor. Bu da diğer kuş. Ne derler “Ateşten kestaneyi elinle almayacaksın”. İşte ateşten kestaneyi alma işi, bu taşeron firmalara düşüyor. İşçi muhatabını ararken zaman kazanılıyor, belirsiz, bulanık bir ortam yaratılıyor. İşten çıkartılan işçileri “Firma işten çıkardı” deniyor, firmanın avukatları iş takibi yapıyor.
Kendi taşeron işçisine örgütlenme hakkı tanımayan, sendika temsilcilerini işten atmak için kılıf uyduran kamu kuruluşu, Soma faciası sonrası ölen madenciler ile ilgili anma etkinlikleri düzenliyor. Emeğin ne kadar kutsal olduğu, taşeronlaşmanın ne kadar kötü olduğu, örgütlenmenin bir “insan hakkı” olduğuna değiniliyor. Ama aynı işyerinin taşeron işçileri “toplu sözleşme hakları” ve “taşeron çalışmanın yasaklanması” için mücadele ettiklerinde ekmek parasından oluyorlar. Bahsettiğim yer: Kocaeli Üniversitesi Hastanesi.
Şimdi tabloya dışarıdan bakınca şu görülüyor: Örgütlenmeye çalışan, emeğinin karşılığını almaya çalışan taşeron işçi “kötü”. Sonra o işçi Soma’da madende ölüyor, aynı işçi. O zamana kadar değerli olmayan, hak aradığında başı ezilen işçi öldüğünde değerli oluyor. Emeği de “En kutsal değer” oluyor. Hatta ölümü de kutsal olarak ilan ediliyor ki geride kalanlar avutulmuş oluyor. Yasalar da o zaman devreye giriyor: Çalışma koşullarını denetleyen, sendikalaşmayı hak olarak tanımış, işçilerin sağlığı ve güvenliğini gözeten vb.
Bu durumda, haklı olmak için ölmek mi gerekiyor?!
- On bin adım için birkaç adım gerekiyor 31 Ocak 2017 01:00
- Torunlar, yaşlılar, hastalar 24 Ocak 2017 00:09
- Türkiye usulü terör mücadelesi 10 Ocak 2017 01:00
- Yaz saatinin sürdürülmesine dair sorular 20 Aralık 2016 01:00
- Sağlık çalışanlarına şiddet 06 Aralık 2016 00:53
- İstismarı 'Ak'lamak 22 Kasım 2016 01:00
- Yine çocuk aşıları -2 15 Kasım 2016 01:00
- Yine çocuk aşıları! 08 Kasım 2016 01:00
- Savaşı konuşabilmek 11 Ekim 2016 00:54
- Kötülüğün sıradanlığı ve iyilik 04 Ekim 2016 00:44
- Cinler, iblisler ve zavallı bilim! 27 Eylül 2016 01:00
- Biz çoğaldık, ya siz? 13 Eylül 2016 00:13