15 Haziran 2014 00:26

Babamı kim aldı?

Babamı kim aldı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Anneler Günü gelirken ticari kafa sahipleri bol bol armağan satılması için çalışıp çabaladılar. Annelere en korkunç acıları yaşatan “seçilmişler” ise günün anlam ve önemini anlattılar.
Sonra 19 Mayıs geldi. Gençlere gelecek olarak ya “kindar ve dindar” bir ümmetin parçası ve ucuz işgücü cennetinin kölesi olmak, ya da her türlü zorbalığın hedefi olma seçeneğini sunanlar yine hiç utanmadan anlam ve önem dolu laflar ettiler. Babalar Günü geldi. Ticari kafa sahiplerinin beklentileri yüksek. Geçen yıla göre daha fazla reklam verilmiş. Armağanlar satılacak, ekonominin çarkları dolacak. Ama armağanlar ve yalanlar gerçeği gizleyemiyor. Türkiye acılı annelerle dolu. Cumartesi Anneleri hâlâ kayıplarını arıyor. Berkin’i öldürenler korunuyor. Ethem’i öldüren polis de. Ali İsmail’in katilleri de. Tıpkı Hrant’ın ölümünden sorumlu olanların korunması kollanması, terfilerle ödüllendirilmeleri gibi... Ya Soma’da ölüme gönderilen babalar? Onların yası tutulurken düzenin efendileri ve kapıkulları küfürlerle, tekme tokatlarla, biber gazıyla Soma’ya saldırmadı mı? Babaları ölüme gönderilen çocukların duyguları siyaset malzemesi yapılmadı mı?
***
Türkiye babaları ellerinden alınan, Deniz Tütengil gibi çocuklarla dolu. Deniz Tütengil’in babası Cavit Orhan Tütengil özel bir insandı, insan sevgisiyle doluydu. 7 Aralık 1979 sabahı otobüs beklerken öldürüldü.  Deniz Tütengil’in sözlerini bir kez daha dikkatinize sunuyorum. Çünkü babası elinden alınan bir çocuk neler yaşar, bilmek gerek. Çünkü Türkiye adaleti bekleyen milyonlarca çocuk, ana, babayla dolu.
***
Babamı bu kadar acı şekilde kaybetmiş olmamız ve daha sonra kimsenin bu konuda hesap vermemesi, yaşamlarımızı alt üst etti. Annem, babamın ölümünden sonra yaşadığı 17 yıl boyunca, üzerine düşeni yapmamış bir kişinin taşıyacağı suçluluk duygusundan kendisini hiç kurtaramadı. Hep, elimizden hiçbir şey gelmediği için, babamın alçakça öldürülmesinin hesabını sormadaki aczimiz için kendini suçladı; sevgili hayat arkadaşını sahipsiz bıraktığını düşünüp kahroldu. Bu duyguların bedeli de, sağlığını kaybetmesi oldu ve son yıllarını yarı felçli bir durumda, büyük güçlükler içinde yaşadı.
Tütengil’in kızı olarak bu suçluluk duygusundan ben de arınamadım. Bütün pis ilişkileri, kollamaları, karanlık odaları sezdiğim ve Susurluk olayıyla bunlar bir sezgi olmaktan çıkıp ete kemiğe büründüğü halde, bir şeyler yapamamak beni de kahretti, ediyor. Bu elbette, yalnızca sürekli bir üzüntü durumu yaratmıyor, aynı zamanda insanın yaşama bakışını, olayları değerlendirme biçimini de etkiliyor. Örneğin ben, babamın öldürülmesinden sonra bir de böyle hukuki bir yenilgi yaşayınca, yaşamın sıradan alanlarında hak talep etme konusunda beceriksiz ve çekingen oldum. Bir sırada beklerken haksız yere önüme geçilmesi, beni rahatsız eden bir davranışta bulunulması gibi basit hak ihlallerine itiraz etmeye hakkım olmadığını düşünmeye başladım.
Özgeçmişimde böyle bir olay olması elbette bende başka tutukluklar da yarattı. Örneğin, bu kadar önemli bir konunun, babasının katledilmesinin hesabını soramamış bir evlat olarak, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna inanç gerektiren kimi görevleri üstlenmeye hakkım olmadığına inandım. Yani bu konu ve benzer pek çok cinayet çözülmediği, tetik çekenler ve onları azmettirenler hesap vermediği için, yerine getirmediğim bir görev, bir eksiklik varmış duygusu, hep gündemde kaldı, her daim aklımı meşgul etti.
Öte yandan, bu olayı yaşadığım ve sonuçlarına katlanmak zorunda bırakıldığım için, hiçbir zaman tam anlamıyla “şen” olamadım. Babama ve bizlere reva görülen bu haksızlık, ruhumda iyileşmeyen bir yara açtı. Zihnimin bir yanı, her koşulda ve her ortamda bu travmanın izlerini taşıdı.
Çok sevilen bir insanın kim vurduya gitmesine seyirci bırakılmak, insanın kanını donduran bu gelişmeleri yaşamak elbette uzun yıllar geçse de unutulacak gibi değil.
Babamın öldürülmesinin üzerinden 27 yıl geçti. İnsan, sevdiği bir kişiyi normal bir ölümle kaybedince, yıllar içinde acının küllenmesi, anılar silikleştikçe o kişinin yokluğuna ister istemez alışması doğaldır elbette. Ama, özetlemeye çalıştığım bu kahredici süreç nedeniyle, ben babamın ölümünü hâlâ kabullenemedim. Benim gözümde babam hâlâ kanlar içinde, vurulup düştüğü asfaltın üstünde yatıyor ve kendisine sahip çıkılmasını bekliyor. Üstelik de biliyorum ki bu duygu, bir aile mirası gibi, bizim çocuklarımızın da peşini bırakmayacak.
Bu duygudan sıyrılmanın ve bir anlamda huzura kavuşmanın bir tek yolu olabilir: Türkiye bu ayıptan kurtulur, katledilen tüm insanların katilleri ve onları azmettirenler gerçekten hesap verirlerse, bizler de belki biraz avunabilir ve ülkemizin çok karanlık günlerinde, payına çok talihsiz şeyler düşmüş insanlar olmayı belki sineye çekebiliriz. (Orhan Tüleylioğlu, Neden Öldürüldüler? Birinci Kitap. “Babam Neden Öldürüldü Anne?​” um:ag Vakfı, 2007).

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa