44 yıl sonra da öğrenmeye devam ediyoruz
Bu yıl, işçi sınıfımızın en büyük direnişi olan 15-16 Haziran direnişinin 44. yıl dönümü!
15-16 Haziran’da çok daha geniş katılımlı eylemler olmuştur. Ama 44 yıl sonra hâlâ ondan “en büyük işçi direnişi” diye söz etmemiz elbette ki doğrudur. Çünkü 15-16 Haziran denince anlaşılması gereken, 1970 yılının iki gününde cereyan eden, İstanbul ve Kocaeli’yi kapsayan, Hükümetin ve burjuva parlamentosunun işçi haklarını gasbeden (iş kolu barajını yüzde 30’a çıkarıp, DİSK’e bağlı sendikaları yetkisiz bir konfederasyon haline getirmeyi amaçlayan) yasal düzenlemeye karşı girişilen eylemlerle sınırlı değildir.
İŞÇİ MÜCADELELERİNİN EN ÖZGÜN DÖNEMİ
Tersine 15-16 Haziran, 1963’te henüz grev yasal hak olarak tanınmadan yapılan Kavel greviyle başlayan ve özellikle de 1960’lı yılların ikinci yarısındaki büyük işçi uyanışının ifadesi olan eylemlerle belirlenen, işçi sınıfının mücadele tarihindeki en özgün dönemin zirvesini (ve aynı zamanda, ne yazık ki “sonu”nu) temsil eden bir tarih olmasıyla 44 yıldan beri işçi sınıfının ileri kuşakları tarafından yeniden yeniden hatırlanıp, tartışılmakta, ondan dersler çıkarılmaya devam edilmektedir.
Nitekim 15-16 Haziran’ın 44. yılında bir işçi gazetesi olarak Evrensel dün çıkan “Pazar eki”ni 15-16 Haziran değerlendirmelerine ayırmıştır. İşçilerin emektar ve yılmaz mücadeleci dostları Sennur Sezer (tersane işçisi bir işçi şair), Adnan Özyalçıner, Atilla Özsever, Murat Özveri ve Ömer Furkan Özdemir, yazılarıyla 15-16 Haziran mücadelesi ile bugünkü işçi hareketinin sorunları arasında bağlar kurup, yeni işçi kuşakları için ders olacak değerlendirmeler yapmışlardır.
Elbette 15-16 Haziran gerek işçi hareketinin özgün bir dönemini temsil etmesi, gerekse Türkiye’de “68 Hareketi”yle eş zamanlı, emek mücadelesiyle siyasi mücadelenin yan yana (zaman zaman birbirine temas ederek) yürürken birbirini ciddi biçimde etkiledikleri bir döneme rastgelmesi nedeniyle,... çok yönlü tartışılacak bir mücadele dönemine karşılık gelir. Örneğin Murat Özveri, “Pazar eki”mizdeki yazısında “15-16 Haziran Nasıl Sendikacılık Sorusuna Yanıttır” derken tabii ki tartışmanın çok önemli bir yanına değinmiştir. Ama örneğin 15-16 Haziran’la, “Gençlik mücadelesi ve işçi hareketi”, “İşçi hareketi ve siyasi mücadele”, “Sosyalizm ve işçi sınıfı mücadelesi”,... gibi başlıklar atsak, “Ne ilgisi var 44 yıl sonra bu tartışmalarla 15-16 Haziran’ın” denemez.
15-16 HAZİRAN ‘İŞÇİ İNİSİYATİFİ’NİN SEMBOLÜDÜR
Ama bana göre de bugün 15-16 Haziran tartışmasında en önemli yan Murat Özveri’nin dikkat çektiği yandır.
O dönemi hayli yakından yaşamış bir kişi olarak 1960’ların ikinci yarısındaki işçi mücadelesinin en önemli özelliği, işçilerin inisiyatif aldığı bir sendikal mücadele dönemi olmasıdır.
Bu dönem, sendikal mücadelenin işçiden işçiye yürüdüğü, işçinin işçiyi örgütlediği, sendikanın sonradan gelip işin resmi boyutunu tamamladıkları bir mücadeledir.
Başka bir söyleyişle bu dönem; fabrika işgallerine vararak çeşitlenip zenginleşen işçi mücadelelerinin dönemidir. Yani A fabrikasının işçileri, Türk-İş’ten DİSK’e bağlı bir sendikaya geçmek istiyorsa (*) ya da örgütsüzse ve DİSK’te örgütlenmek istiyorsa, gidip ilgili sendikaya başvurmuyordu. Tersine, kendilerinden önce mücadele etmiş fabrikalardaki öncü işçilere gidip; kendilerinin DİSK’e katılacaklarını söyleyip (bu mücadeleye katılmak anlamına geliyordu) onlardan destek ve dayanışma istiyorlardı. Ve “öncü fabrika” işçilerinin desteği sağlandığında da harekete geçiyorlardı. Sendikacılar ancak iş resmiyete döküldüğünde devreye giriyordu!
Bu durumun tersi, yani sendikacıların gidip örgütlenme yaparak yetki aldıkları işyeri sayısı bu dönemde istisnadır.
Bu durum elbette Türk-İş’ten yeni kopmuş ve kendi içinde de bir yönetici kast oluşturmamış DİSK’e bağlı sendikacıların da işine geliyordu; hoşlarına da gidiyordu.
İŞÇİLERİN YIĞIN OLMAKTAN ÇIKIP SINIF OLMA MÜCADELESİ
Toplum açısından baktığımızda; 15-16 Haziran işçilerin ileri kuşağının inisiyatifinde işçi sınıfımızın bir yığın olmaktan çıkıp bir sınıf olma yıllarındaki mücadelesinin simgesidir. Egemen sınıfın ideologlarını ve temsilcilerini de asıl rahatsız eden buydu.
Ama ne yazık ki 15-16 Haziran direnişi aynı zamanda işçi sınıfının bu “altın dönemi”nin “sonu”dur da. Çünkü 16 Haziran 1970 akşamı saat 21.00’de ilan edilen sıkıyönetim sonraki sıkıyönetimlere göre bir “komedi” gibidir. Ama işçi hareketine darbe vurmada bu sıkıyönetim, sonraki vahşi uygulamalarla anılan sıkıyönetimlerden çok daha ağır bir saldırı olmuştur.
Çünkü bu sıkıyönetim bir yandan 15-16 Haziran’ı yaratan işçi kuşağının en ileri temsilcilerini cezaevlerine doldururken, 5 bin dolayında ileri işçiyi de işyerinden attırıp patronlarla birlikte bu işçiler için “kara liste” oluşturarak Türkiye işçi hareketine, tarihinde görülmemiş derecede ağır bir darbe vurmuştur.
“Kara liste”ye alınan işçilerin büyük bir çoğunluğu tekrar iş yerlerine alınmadıkları gibi sendikalarından da “Şöyle yapın”; “Böyle bir ilişkimiz olsun”,... gibi bir destek (yönlendirme) bulamayanca “eve ekmek götürmek için” esnaflık, işportacılık, memleketlerine dönme... gibi yollarla mücadelenin de ötesinde sınıfın dışına düşmüşlerdir.
15-16 HAZİRAN ÖNCESİNİN VE SONRASININ DİSK’İNİ DOĞRU ANLAMAK
Böylece DİSK ve bağlı sendikalar da; ileri işçi kuşaklarıyla geri kesimleri bağlayan ve işçileri mücadele içinde sürekli eğiten bir sendika merkezi olmaktan çıkarak, ileri işçileri içine almış ama geniş işçi yığınlarını Türk-İş’e MHP’ye bağlı MİSK’e terk eden bir çizgiye yönelmiştir.
Evet sonraki yıllarda da DİSK önemli kitlesellikte, bazen siyasal talepleri de öne sürerek grevlere, direnişlere başvuran bir eylem çizgisi izlemiştir. Ama işçi sınıfının birleştirme ve onun bir sınıf olarak örgütlenmesine katkı açısından hiçbir zaman 1967-70 dönemindeki pozisyonunu tutan sınıf sendikacılığı merkezi olamamıştır. Tersine DİSK, 1970’ten itibaren ileri işçilerle sınıfın ana kitlesini ayıran, mücadeleci işçilerin sendikası olarak faaliyet göstermiştir.
Bugün ileri işçiler; bunu, 15-16 Haziran’a gelen süreçteki DİSK’teki asıl dinamizmi, dolayısıyla sendikal mücadele açısından 1970 öncesi DİSK’le sonrası arasındaki farkı anladıkları ölçüde 15-16 Haziran tartışması anlamlanacaktır. Bu tartışma böyle ele alınırsa, bugünün genç ileri işçi kuşağına sendikal mücadeleyi, işçilerin işçileri örgütlediği bu mücadele içinde sınıfın birleştirildiği ve eğitildiği, sendikal mücadelenin aynı zamanda sınıfın ana kitlesinin ileri işçi kesimine bağlandığı bir mücadele olduğunun anlaşılmasına hizmet edecektir.
Bugün de tartışma bu yanı üstünden dersler çıkarıldığı ölçüde anlamlı olacaktır. Yoksa pek çok yanıyla 15-16 Haziran övgüsü, anması, kutlaması yapılabilir, yapıldığını da duyuyoruz zaten.
(*) Bu dönemin sendikal mücadelesinin en önemli olanları Türk-İş’ten DİSK’e bağlı sendikalara geçiş olarak yaşanmıştır. Ki bu mücadeleler bir yandan patronlara ve arkasındaki Hükümete (muhalefet partilerine de) öte yandan Türk-İş bürokrasisine ve onun şahsında temsil olunan “uzlaşmacı”, “sarı”, “iş birlikçi”, “siyaset üstü”,... sendikacılık anlayışına karşı bir mücadeleydi.
Evrensel'i Takip Et