18 Haziran 2014 00:06

Irak’ta kaybeden mezhepçilik

Irak’ta kaybeden mezhepçilik

Fotoğraf: Envato

Paylaş

IŞİD’in (Irak Şam İslam Devleti) Musul’u ele geçirmesi sonrası ortaya çıkan tablo, Irak ile birlikte bölgenin önemli güçlerini ve 11 yıl önce Irak’ı işgal ederek bu sürecin de zeminini oluşturan ABD’yi doğrudan ilgilendiriyor. Elbette bölge üzerinde emperyalist iddiaları bulunan diğer güçleri de.
Öncelikle konunun tartışılma biçimine dair bir iki noktanın altını çizmekte fayda var. Bir yandan sürecin anlaşılmasına katkı sunan Arap kaynaklarına da atıf yaparak önemli bilgilendirici tartışmalar yapılıyor. Diğer yandan da, çoğu google aracılığıyla toplanan, konuyu anlama ve anlamlandırma çabasından uzak, herhangi bir tarihsel bağlamdan kopuk olarak önümüze konan “Ortadoğu’nun yeni canavarı IŞİD” tahlilleri... Bu ‘tahliller’ deyim yerindeyse gırla gidiyor ve bir noktadan sonra bilgi kirliliği de yaratacak düzeye varıyor.
Önce Irak’ın işgali ardından da Suriye’de yönetimin devrilmesine yönelik olarak dış müdahaleyle desteklenerek yürütülen süreç içinde kendini inşa eden IŞİD, halihazırda, güçlü bir toplumsal tabana sahip, hem siyasal hem de sosyal bağlamları güçlü Arap bölgesi hareketleri olan Hizbullah, Filistin Kurtuluş Örgütü, Hamas ya da Müslüman Kardeşler (İhvan) değil. Irak’taki gelişmeler tartışılırken, İran ve Suudi Arabistan’ın vesayet savaşına güçlü bir vurgu yapılması da bu gerçeklikten kaynaklanıyor.
Irak savaşının ilk yıllarında kurulan IŞİD’in, sahada etkin bir güç haline gelmesi ise ‘Suriye krizi’nden sonra oldu. Suriye’de güç olma savaşını daha çok diğer radikal İslamcı muhalefet unsurlarıyla mücadele halinde sürdüren IŞİD, Suriye’nin doğusunda güçlenirken, Suriye’nin kuzeyinde ise, Türkiye’nin de desteğini arkasına alarak savaştığı YPG karşısında umduğu başarıyı kaydedemedi. Bunun temel nedeni Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde PYD’nin ve sahanın savaşan gücü YPG’nin IŞİD’den farklı olarak halk tabanına sahip olmasıdır.
IŞİD’in Suriye’de çok ileri mevziler kazanamasa da etkin bir güç haline gelmesi, Irak’ta da öne atılmasının dayanağı oldu.
IŞİD, Şii Başbakan Nuri El Maliki’nin Irak’ta Sünni Arap’ları kapsamaktan, onlara temsil imkanı tanımaktan uzak mezhepçi politikasının kendisine sağladığı zemin üzerinde örgütlendi. Sünni Arap eyaletlerinde giderek otoritesini kurmaya başlayan IŞİD, ABD’nin işgalinden sonra Sünni Arap’ların itildiği mağduriyetin yol açtığı isyan duygusuna yaslandı.
Saddam’ın 30 Aralık 2006’da Kurban Bayramı’nın ilk gününde gerçekleşen idamın üzerinden 8 yıl geçti. Ve bugün IŞİD, eski Baasçı kadrolarla iş birliği yaparak Sünni bölgelerde etkinliği ele geçirmeye yönelmiş bulunuyor.
Ancak yine de IŞİD’in, henüz yukarıda sözünü ettiğimiz Arap coğrafyasının belli başka örgütleri gibi, toplumsal zemini geniş bir halk hareketine dönüştüğünü söylemek için erkendir.
Bu arada IŞİD’in Musul’a yürümesi karşısında Irak Ordusu’nun silahlarını bırakarak çekilmesini Maliki’nin, IŞİD’i ve onunla birlikte tüm Sunni Arap muhalefetini ezmek için ABD’nin desteğini sağlamaya yönelik bir senaryosu gibi sunan yaklaşımlar, komploculuğun dibine vuruyorlar.
Bu süreç şu haliyle iki mezhepçi politikanın iflasını gösteriyor. Bunlardan birisi ABD’nin desteğiyle bile ülkesinde devlet olamayacağını uygulamalı olarak gösteren Maliki’nin Şii temelli mezhepçiliği, diğeri de Musul Konsolosluğu personelinin IŞİD tarafından rehin alınmayacağı öz güveniyle hareket eden Erdoğan-Davutoğlu çizgisinin Sünni temelli mezhepçiliği.
Bu sürecin gösterdiği bir başka gerçek de, ABD’nin işgal ettiği ülkelerde kendisini kritik anlarda hep geri çağıran bir istikrarsızlığın hüküm sürdüğüdür. Bu bir bağımlılık ilişkisi olarak bir yönüyle ABD’nin işine gelirken, ABD mevzilerinin de hedef haline geldiği bir istikrarsızlığın işgal topraklarında baki kalması ise, ABD’nin yaşadığı en büyük handikaptır.
Dolayısıyla Irak’ta aslında hiç kimseyi kolay günler beklemiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa