22 Haziran 2014 00:21

Üzerimdeki baskı

Üzerimdeki baskı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yazdıklarından alıntılar yapılıyor, onu tanıma fırsatı bulmuş olanlar ayak üstü konuşmuş bile olsalar ne kadar etkilendiklerini anlatıyorlar; kulaktan kulağa bir övgü, bir hayranlık sözcükleri… Yeni bir şeyi keşfetmiş olmanın heyecanlı anlatımı ülke sathında dalga dalga  yayılıyor. Anlıyoruz ki adayımız laik, demokrat, çoğulcu, ağır başlı ve herkese, her görüşe, her inanca saygılı, uzlaşmacı, uzlaştırıcı, kibar, hemen her alanda üstün bilgili ve sağdan sola, oradan merkeze geniş bir tarih açılımında kültürlü, her yabancının saygı ve hayranlık duyduğu bir bilim adamı, dünyanın tanıdığı bilim felsefecisi, herkesin kendi kimliğini, inancını, her neyi kendisi için olumlu ve gerekli görüyorsa onu özgürce yaşamasından yana dünya görüşüne sahip bir insandır. Bana en çarpıcı gelen niteliği ise ‘milletlerarası yönetici’ olması. Şimdiye kadar bu niteliği olduğu söylenen biriyle karşılaşmamıştım. Ve tüm bu saydığım ve saymayı unuttuğum nitelikleri, bu nitelikleri bulup anlatanların yemin billah bizi ikna etmeye çalıştıkları “dini bütün ama mütedeyyin laik, muhafazakar ama demokrat” bir kimlik sahibi adaya, siyasetçi olmadığı ve öyle olmadığı için güven duygusuyla bizleri rahatlatması gereken bu ‘devlet adamına’ oy vermemizi gerektiriyormuş.
Yukarıda yazdıklarım benim görüşüm değil. Çünkü ben adayımızı tanımam, bilmem. Ben onu tanıyanların, bilenlerin, görenlerin, yolda rastlayanların, yazılarını ya da yazılarından alıntıları okuyanların, onun hakkında söylenenleri bize coşkuyla iletenlerin söylediklerini size aktaranım.
Doğrusu önce kıskandım. Niye bu nitelikte birini sosyalist parti başkanı olarak önermek önce benim aklıma gelmedi? Bir sosyalist parti başkanlığına ‘dini bütün ama mütedeyyin laik, muhafazakar ama demokrat, siyasetçi olmayan ama devlet adamı olan, üstelik milletlerarası yönetici’ birini önermek çok yaratıcı olurdu. O kişiyi bulduğunu altını çizerek vurgulayan, o kişinin adını daha önce başkalarının telaffuz etmiş olmasını şiddetle reddeden Kılıçdaroğlu ve partisini daha bir kıskandım.
Ama iş ‘ona oy verecek miyim?’ sorusuna gelince, yanıtlamakta acele davranmadım, kendime hemen şu soruyu sordum: “Ona oy vermekle destekleyeceğim siyasi çizgiyi nasıl tanımlayacağım?”
Şöyle düşünüyorum:
Bizler önerilen adaya oy vermeye çağrılırken ‘var olan parlamenter sistemi korumak istiyorsak, doğrudan ya da dolaylı siyaset yapmamış ve yapmayacak olan üstün nitelikli bir devlet adamını seçmemiz’ tek çözüm olarak öneriliyor.
Bana sorarsanız, korunması istenen parlamenter sistem mevcut yapısı ve işleyişiyle devlet biçimi olarak demokrasi kurgusunu yansıtmıyor. Seçim barajı, seçim sistemi, siyasi partiler rejimi vb. gibi otuz yıldan fazladır ortadan kaldırılmasını istediğimiz verileri gözden uzak tutmazsak, parlamenter sistemin mevcut haliyle despotik bir devlet kurgusunu yansıttığını anlarız. Yüzde on baraj, parti başkanlarının en iyi olasılıkla yakın çevresiyle birlikte belirledikleri, parlamento faaliyetlerinde özgür iradesiyle oy kullanabilme olasılığı, halka ve kendisini seçenlere karşı ahlaki düzeyde bile olsa sorumluluğu bulanmayan milletvekilleri…
Despotik devletin, bu özü demokratik olmayan parlamenter kurgusunu mu koruyacağım? Ayrıca şunu da kendime sormadan edemiyorum: Siyasetçilerin kötülüklerine karşı korunma işlevini ‘devlet adamlarına’ emanet eden gerici, baskıcı, darbeci anlayışın yeniden hortlamasına katkıda mı bulunacağım?
Yanıtım hayır! Ben, var olan despotik devlet yapısını devlet biçimi olarak özgürlüğe dönüştürmeyi (altını çiziyorum: var olan despotik devlet yapısını daha koyu bir despotik yapıya geriletecek Ak Parti çizgisini ve adayını değil) öngören, böyle bir çizginin siyasi mücadelesini tutkuyla, coşkuyla, heyecanla ve en önemlisi tutarlılıkla ve ısrarlı bir sabırla sürdürenleri destekliyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa