Evrensel için yeni bir dönem
Evrensel için yeni bir dönem
Reklamları Kapat
Reklamları Kapat

Mücadele birliğinin tek çıkış yolu olduğunu savunan Tuzla sanayi işçileri bir araya gelmiş ve farklı işkollarında çalışan işçilerin yer aldığı bir komite oluşturmuşlardı. Sendikacılıktan kıdem tazminatına, asgari ücretten yetki barajlarına kadar pek çok konuda çalışmalar yürütüp, somut talepler ortaya koyuyordu bu işçiler. Dahası mücadelenin mutlaka siyasallaştırılması gerektiğini düşünüyor, aksi takdirde kendi sorunlarına uzak kalacaklarını savunuyorlardı. Bunun için de demokrasi paketinden dış politikaya, Alevi meselesinden Kürt sorununa, kentsel dönüşümden anayasa değişikliğine kadar siyasi gündeme ilişkin her konuda nasıl tutum almaları gerektiğini de tartışıyorlardı.
Son olarak da taşeron çalıştırmanın yasaklanması için 100 bin imza toplamış ve TBMM’nin yolunu tutmuşlardı.
Anlayacağınız; burjuvazi ve onu temsil eden siyasal iktidarlar kadar yandaş sendikalar ve iktidarla kol kola girmiş sendika bürokratları açısından da en “baş belası” işçi tipiydi onlar. Sınıf bilinciyle hareket ediyor, direnen tüm işçilerle dayanışma içine giriyor, düzenin belirlediği “al gülüm ver gülüm” sendikacılık anlayışına kafa tutuyorlardı.    
Buraya kadar Evrensel’de yayınlanan mektuplarından ve yapılan haberlerden tanıyordum onları. Nihayet Cuma akşamı Komite’nin düzenlediği bir panelde, DERİTEKS Sendikasının Tuzla Şubesi’nde, buluştuk.
Farklı işkollarında çalışan birçok işçi gelmişti. İçlerinde resmi tatil olan 1 Mayıs’ta işe gitmediği için atılanlar, sendikalı oldukları için işten çıkartılanlar da vardı. Yani sınıfın farklı bileşenleri bir aradaydı.
Kadrolu işçiler taşeron çalışanların gasbedilen haklarını dert ediniyor, kaçak göçmen işçilerin çalışma koşulları nasıl düzeltilebilir diye kafa yoruyorlardı.
Yani işçi sınıfı gerçeği pek de öyle ana akım literatürde yazıldığı gibi değilmiş anlayacağınız.
Bölünmüş emek gücü piyasalarının ve işçiler arasında artan rekabetin nasıl da “sınıfın sonunu getirdiğini” ballandıra ballandıra zihnimize kazıyan tüm o çalışmaları boşa düşürüyor bu işçiler. Kapitalizmin teknik ve ideolojik zorlamalarına karşı sınıf bilincini ön plana çıkartıyor ve çalışma koşullarının onları bölmesine izin vermiyorlar.
Komitenin; ev ziyaretleri, kahve sohbetleri, fabrikalarda yürüttükleri sendikalaşma çalışmaları yanında yaklaşık 1 yıldır düzenli olarak eğitim çalışmaları yaptığını da öğrendim. Emekten yana siyasi partilerle, akademisyenlerle her fırsatta bir araya geliyorlarmış.
Nitekim panelde söz alan bir işçi başta iş güvenliği olmak üzere birçok konuda çalıştıklarından bahsetti. Bu çalışmaların teknik ve hukuki altyapısını oluşturmak için destek bekliyorlar.
Sermaye düzeninin nasıl işlediğinin de, kurtuluşun bu düzenin çarkına çomak sokmakta olduğunun da,  kendi güçlerinin de farkındalar Tuzla işçileri.
“Özelleştirmeler devam ettikçe taşeron nasıl yasaklansın” diye soruyor, “Biz politikleşmedikçe kazanım olmaz” diyorlar.
Mevcut sendika anlayışına tepkililer. Ancak sendikal örgütlenmenin önlerindeki tek seçenek olduğunun da farkındalar. Sınıf sendikacılığına sade özlem duymuyor, bu konuda irade de ortaya koyuyorlar. Sendika yönetimlerinin ise ancak aşağıdan yukarı yaptıkları tazyikle dönüşebileceğini söylüyorlar.
O gece beni en çok heyecanlandıran ise Dilan ve Ayça’nın söz almasıydı. Biri 13 diğeri 14 yaşında pırıl pırıl iki kız çocuğu Onlar. Konuşmaları can kulağıyla dinliyor, anlamadıklarını soruyor, yakaladıkları çelişkilere “öyle diyorsunuz ama o zaman bu nasıl oluyor” diye müdahale ediyorlardı. Umarım tatmin edici cevaplar verebilmişimdir. Panelden sonra kısa da olsa sohbet etme imkanı da bulduk. Ve sanırım artık arkadaşız.
İşçilerle akademisyenleri bir araya getiren böylesi toplantıların akademisyen açısından bir fırsat olduğunu düşünmüşümdür hep. Çünkü işçilerin deneyimlerini dinlemek hem ufuk açıcıdır hem de kitaptan okuyarak telafi edilemeyecek katkılar sağlar. Dönüş yolunda bu düşüncemde ne kadar haklı olduğumu fark ettim bir kez daha.
Fark ettiğim bir başka şey ise artık daha umutlu olduğumdu. 

Evrensel'i Takip Et