08 Temmuz 2014 00:22

Japon kapitalizmi güncellenirken

Japon kapitalizmi güncellenirken

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dünya siyasetinin seyrini anlamak için Asya’daki gelişmeleri takip etmek şart. ABD Başkanı Barack Obama’nın Asya Pivotu adını verdiği stratejisinin Çin’e yönelik bir çevreleme politikası doğrultusunda bölgedeki Amerikan gücünü tahkim etmeyi planladığından daha önceki yazılarda söz etmiştim. Çevrelemenin en önemli unsuru şüphesiz Japonya. 2001 yılında yazdığı bir yazıda ABD’li Diplomat Zalmay Khalilzad Çin’e karşı çevrelemenin temel hedeflerinden birinin olası bir Çin-Japon güvenlik ittifakını engellemek olduğunu ileri sürmüştü. Khalilzad’a göre böyle bir ilişki “ABD’nin Asya’daki siyasi ve askeri nüfuzuna ölümcül bir darbe vururdu”.

ABD açısından Japonya’nın hem güvenlik hem de ekonomik alanda önemli değişiklikler yapması gerekiyor. Güvenlik alanında Japonya’nın önündeki en önemli değişim Amerikalıların 1945’te yazdığı Anayasanın 9. maddesi. İkinci Dünya Savaşı’nda Japon militarizminin aldığı ağır yenilgiden sonra bu madde Japon halkının bir egemenlik hakkı olarak savaştan sonsuza kadar vazgeçtiğini ve hiçbir zaman kara, deniz, hava veya başka bir savaş gücünün oluşturulmayacağını söylüyordu. Ancak Amerikalılar anayasanın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra bu maddeyi koyduklarına pişman oldular ve Japonya’nın Amerikan müdahalelerine asker sağlayabilmesi için 9. maddenin değiştirilmesini talep etmeye başladılar. Ancak bu madde Japon emperyalizmi ve militarizminin sonuçlarını en ağır biçimde ödeyen halk tarafından benimsenmişti. Anayasa değiştirilemeyince 1954’te 9. maddenin meşru müdafaayı kapsamadığı gibi zorlama bir yorumla Öz Savunma Gücü kuruldu. 2000’lere gelindiğinde bu gücün kara ordusu Britanya, İtalya ve Fransa kara kuvvetlerinden daha kalabalık, hava gücü İsrail’den daha büyük ve donanması dünyanın beşinci büyük donanması haline gelmişti. GSYİH’nın yüzde 1’ine ulaşan askeri harcamalar ise dünya ikinciliğine ulaşmıştı. Bush’un telkinleri doğrultusunda Irak’a asker göndererek Japonya yeniden militarizasyonda önemli bir adım daha attı.

Japonya’da değişimin yaşandığı diğer bir alan olan ekonomik sistemin tarihsel kökenleri düşük katman samurayların kendilerini kapitalist yöneticiler haline getirdiği Meiji Devrimi’ne dayanıyor. Bu tarihin en önemli mirası devlet bürokratlarıyla şirket yöneticileri arasındaki geçişkenlik. Şirket yöneticileri emekli bürokratlardan oluşuyor ve bürokrasi çıkardığı “idari talimatlarla” şirketlerin kararlarına yön verebiliyor. Böylece Japon şirketlerindeki yöneticiler hissedarlarına karşı ABD’dekilerden çok daha güçlüler. Bürokratlarla kapitalistler arasındaki bu ilişkinin yansımasını Japon devletinin yapısında da görmek mümkün. Devlet idaresinde bürokratlar büyük etki sahibi. Bürokrasinin hazırladığı bütçe mecliste sadece bir kez 1955’te düzeltilmiş. Kabine toplantılarıysa özünde bürokrasinin bakanların önüne koyduğu talimatların imzalanmasından ibaret. Yine 1955’ten beri kısa bir aralık dışında Liberal Demokrat Parti (LDP) iktidarda. Benzer hakim parti modellerinin dünyada çökmesine rağmen LDP’nin en az 2018’e kadar iktidarda kalacağı öngörülüyor. Marksist Siyaset Bilimci Bertel Ollman Japon devletini şöyle tanımlıyor: “Japonya bugün hâlâ bir şogunluk; ama bugün şogun askeri bir kişilik değil kolektif kapitalist”.

Ancak dünya sermaye birikimindeki değişimler Japon kapitalizmini değişime zorluyor. Japon Başbakan Shinzo Abe neoliberal popülist siyasetin başka bir güzide örneğini sunması açısından dikkatle takip edilmesi gereken bir politikacı. Abe’nin 2013’te ilan ettiği planı kendi ifadesiyle üç oka dayanıyor: ekonomiyi canlandıracak mali önlemler, parasal gevşemeye dayalı bir para politikası ve uzun vadede büyümeyi arttıracak olan yapısal reformlar. The Economist, Abe üzerine yayınladığı uzunca bir yazıda taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmeden övgüyle bahsediyor. Ancak daha önemlisi en büyük Japon sermayedar örgütü olan Keidanren’in itirazlarına rağmen gerçekleştirilen ve kurumsal yatırımcıların şirketleri daha yakından takip ve kontrol etmelerine imkan veren bir dizi hukuksal değişiklik. Yabancı sermaye, Japon şirketlerinde payı arttıkça şirketlerin yönetiminde söz sahibi olmak istiyor. Böylece Japonya The Economist’in umduğu gibi “hissedar kapitalizmine” geçiyor. Bu dönüşümün toplumda ve siyasette yarattığı tepki ise yeni bir milliyetçilik ve militarizasyonla geçiştirilmeye çalışılıyor. Japon savaş suçları konusundaki inkarcı tutumuna rağmen, Abe Batı medyasından destek görüyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa