Vesayet altında demokrasi garabeti
Bu memleketin aydın ve bir kısım gazeteci takımını anlayamıyorum. AKP iktidara ilk geldiği günden beri, başbakan toplumun her alanını mutlak kontrolü altına almaya çalışırken, aynı zamanda da bol keseden özgürlük ve demokrasi sözcüklerini bolca israf etmekten imtina etmemiştir. AKP’nin israf ettiği bu sözcükleri ciddiye alan akıl takımı da AKP’nin özgürlüklere kapı açtığını iddia etmiş, hatta bunu savunmuşlardır. Bir kişi AKP’nin politikalarını kendi çıkarı, hırsı ya da geçmişten intikamı adına tasvip edebilir, ama bir politikanın tasvibin ötesinde toplumsal düzeyde savunulması, ancak politikanın toplumsal yararlığı ölçüsünde yapılabilir. Aksi halde, salt kişisel duygularla benimsenen, fakat toplumsal çıkara aykırı politikaların alenen savunulması ancak avenelik ile izah edilebilir. Kimsenin özeline karışmadık sloganı ile yola çıkan parti, ailenin içine kadar girerek çocuk sayısından, kılık kıyafete kadar her şeye kah doğrudan müdahale ile kah mahalle baskısı ile karışmıştır. Türkiye nasıl bir anayasa ile ya da ne tür kanunlarla yürütülüyor belli değildir. Cumhurbaşkanı adayı başbakan hâlâ koltuğunu bırakmadan, kamusal kaynaklarla alenen kendi propagandasını yapabilmektedir.
Anayasa rafa kaldırılmış durumdadır. Hemen hiç bir yasa tam olarak uygulanmamaktadır. Yargının durumu ortadadır. Polis, İçişleri Bakanlığının bir talimatnamesi ile vatandaşa daha düzgün davranır hale gelebilecekken, sığınılacak polis sokakta alenen insanlara kimlik sorabilmekte, biraz karşı çıkanlara kelepçe takabilmektedir. Bakanlık bu duruma seyirci kalmaktadır. Çünkü, mesele polisle ilgili değildir, sorun çok daha derindedir. Toplum kararsız denge üzerinde hassas şekilde ilerlemektedir. Bu denge öylesine hassas ki, en ufak bir darbede her iki yana da yıkılabilir. İktidar her kuruma öylesine zarar verdi ve her kurumda öylesine kin tohumları ekti ki, en ufak bir kıpırdanışta bütün kurumlar müthiş bir ayaklanma ile iktidarı yıkar, üstelik de bu yıkış çok canları da yakabilir.
Başbakan cumhurbaşkanlığına dek hassas dengeyi götürmeye çalışıyor. Ancak, AKP’nin dağılması başbakanı cumhurbaşkanlığında da kurtarmaz. O nedenle AKP’nin de dağılmaması gerekir. Çünkü, AKP de bu gidişten fevkalade rahatsızdır. Partinin bugün kalıp gibi durması biraz disiplin, biraz da hesap korkusundandır. O nedenle yargı ters yüz edilmektedir. Ne var ki, güç çekimi bugün nasıl “toplama çevre” yaratabiliyorsa, yarınki güç çevresi de kendi çevresini yaratacaktır. Korkarım ki, güç odağı değişimi süreci oldukça acılı ve sancılı olacaktır. Bu gidişi AKP de görmektedir. Fakat öyle bir yola sokuldu ki, artık o da bu yoldan dönemez.
Bu yol, 2002 seçiminde emperyalizmden alınmış ihaledir. Bu ihale Erbakan partisini böldü ve müteahhidi işbaşına taşıdı. İç yüzü tabana muhafazakarlık, dış yüzü de emperyale müteahhitlik olarak gelişen partinin kendisini fikir hareketi olarak tanımlaması bu eksenlerin kesişmesi noktasını temsil etmektedir. İçe dönük fikir geçmişin nostaljisinde muhafazakarlık, dışa dönük fikir ise, Osmanlıcılık veya komşulardaki Osmanlı kalıntıları üzerinde söz hakkımız var ve atak dış politika uyguluyoruz görüntüsünde emperyalin çektiği iplere göre davranış sergileyerek güçlü devlet olgusu imajı yaratmaktır. Muhtemelen parti içi demokrasinin olmaması, parti tabanı ile üst kademenin, özellikle de başbakan ve yakınlarının sıkı ilişki içinde bulunmalarının engellenmesi, partinin de kullanılarak, ihalenin oldukça örtülü yürütülmesine dayanmaktadır.
Evrensel'i Takip Et