İnsan sevmek
Her söze inanmıyor, her gözyaşına kanmıyoruz. “İnsan”ı sevmek ile, “insan”ı kullanmak arasında ince bir çizgi var çünkü... “Siyaseten kullanılabilir” olan vakalar günlerce, aylarca gündemi işgal ederken, “siyaseten faydasız” olanları ara ki bulasın!
“Suriye’de halk acı çekiyor” propagandasını aylarca, yıllarca dinleriz. Sonra o Suriyeli yüz binlerle geldiğinde; iftar çadırına yanaşmasın diye İstanbul’da barikat kurulur, Ankara’da sopa sallanır. Otobüste, yolda fark ettikçe, içten içe bir “nefret çemberi” kurulur. Elbette “siyaseten”dir bu çember! AKP’lisi, AKP karşıtı da ayırmaz çoğu kez; “Düşene bir tekme de sen vur” deyince sıraya girilir.
Siyaseten Mısır, Esma, Mursi diye halkın başının etini yer birileri; sonra bıçakla kesilir gibi durur her şey. Adını anan bile olmaz, cumhurbaşkanının darbeciye gönderdiği “Hayırlara vesile olsun” mesajı konuşulur sadece.
İŞİD gelir Musul’u alır; sonrası büyük şaşkınlıklar... Rojava kuşatılır; Musul gibi de yapmaz, direnir günlerce, adı anılmaz çoğu kez. İŞİD aynı İŞİD, insan aynı insan oysa. Gazze, bir saldırıdan saldırıya, bir de “içeri”de lazım oldukça hatırlanır. “Dini duyguları kaşıyor” ise Filistin Filistin olur; yoksa unutulur gider.
“Herkesin acısına ağladığı bir dünya bu” demek değil derdim. Acı ölçer, vicdan ölçer yok kimsenin elinde. Mesele de o değil zaten. Sadece “siyaseten lazım olduğunda” ağlayan iki yüzlülük, asıl mesele. Acı senden uzak olduğunda “vicdan dağlayan”ın; acı yanı başına geldiğinde bildik ezberlere sığınması. Çünkü, “siyaset” ve elbette “ezberler” bunu gerektirir!
Gazze için ağlayanın, Rojava için susması; Bosna için yas tutanın Kürt’e, Ermeni’ye, Yahudi’ye nefret kusması nasıl açıklanır ki? Din, mezhep, millet falan ile kolayca açıklamak da mümkün... Bu kadar mı sahiden?
Aynı nefreti sokakta öldüren çocuklara yönelttiğini de gördük bu kafaların... Türk’ü, Kürt’ü ayırmadan... “Oh olsun”lar da işittik, “yuh”lamalar da...
“Mağdur”u oynayan “mağrur”ların iki yüzlülüğü yeni değil, ilk değil, son değil... “Kendinden başkasına değil merhamet, en ufak bir ilgi kırıntısı göstermeyen” bir zihniyet bu. Oy verdiğini söyleyene “Vermeseydin şerefsiz” diyebilen; yıllarca birlikte yürüdüklerine “en ağır hakaretleri edebilen” bir siyaset!
Adı siyaset...
Tüccar siyaset!
Çünkü, “Biliyorsunuz kendileri iktidar”.
Muktedir!
Muktedir olan tüccar siyasetin, “Elde edeceği çıkar” dışında hiçbir şey umurunda değil. Tutarlı olmak zorunda değil. “Osmanlıcılık” yapıyor diye; Osmanlının kültürel mirasını savunmak zorunda hiç değil. Müze yapılmış türbede sünnet, adliyede nişan yapılabilen bir “kültürel iklim”deyiz. Kaç yüzyıllık türbeyi havaya uçuran zihniyet yanı başımızda.
Gerçi, “insan”ı yok sayan fukaralığın, doğayı, tarihi, kültürü ve hatta “kendi sistemini ayakta tutan kurumları” ciddiye almasını beklemek zaten en büyük yanılgı...
Gizli saklı bir şey yok; apaçık ortada her şey. Sadece bizde değil, hemen her yerde... “Eski” ya da “yeni”; ne yanını tutsan dökülen bir muktedir zihniyeti var. Ve ne yazık; sadece etrafını değil, çoğu kez “karşıt”larını da kendine benzeterek ilerliyor, gelişiyor, büyüyor. Bu iklim, “kan denizi”nden başka bir şey vaat etmiyor. Dört bir yanda.
Her İsrail saldırısında adı anılıyor ya Hitler’in; Brecht ile hatırlayalım o faşisti: “Az kaldı dünyayı fethedecekti bu / Halklar onun üstesinden geldi / Ama sevinmeyin hemen, çünkü onu / Doğuran karın hâlâ verimli”...
Hem onu doğuran emperyalist kapitalist sistem verimli; hem insan sevmeyen insanın aklı, fikri, vicdanı... Sadece bir günün Türkiye ve dünya gündemine bakın; doğum sancılarını göreceksiniz. Uzaklarda ve yanı başınızda.
Direnenleri de göreceksiniz; uzaklarda ve yanı başınızda.
İnsanın olduğu her yerde. İnsanı severek...
Evrensel'i Takip Et