13 Temmuz 2014 07:28

'Kürtler ve piskilet' meselesi

\'Kürtler ve piskilet\' meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,
Bir aralar ülkemizin Doğu ve özellikle de Güneydoğu bölgelerinde, bir nevi fıkra babında ağızdan ağıza dolaşan şöyle bir cümle dillendirilirdi:
“Kürt’e ne gerek ‘pıskılet’, biner gider valiye çarpar!”
Özü itibariyle “ironik” bu cümle, memleketimizin içine sürüklendiği, dahası da dün olduğu gibi, bugün, bu saat çeşitli adlar altında sözde çözmeye çalıştığımız, ama ne hikmetse bir türlü rayına oturtamadığımız “Kürt Meselesi”nin, sanki halkın nezdindeki dolaylı bir ifadesi miydi acaba?
Öyle ya! Bisiklete binmeye kalkışan bir Kürt, acemice, yalpalaya yalpalaya gidip, hele hele bir de maazallah “devlet”in koskoca valisine, hatta “vali”yi boşverin, onun görkemli konağının dikenli tellerle çevrili duvarına dahi çarptığında, o zaman bu pirincin taşını ayıklamak gerçekten mümkün olabilir miydi?..
No!
Zaten olmadı, olmadığı için de, cumhuriyet tarihimiz boyunca eski defterleri karıştırmadan, sadece ve sadece şu son otuz yıl içinde pirincin taşını ayıklayıp, böylece yağıyla, tuzuyla, baharatıyla kıvamında bir pilav pişirip, ardından da aynı sofra etrafında milletçe, daha da doğrusu bu ülkenin “vatandaş”ları olarak hep beraber aynı “nimet”i huzur içinde, eşitçe kaşıklayıp, akabinde de bunun keyfini sürmeyi ne yazık ki beceremedik!
Sonra?..
Sonra taşı ayıklanmamış pirinçlerden pilav pişirmeyi sürdürdükçe, her geçen gün birer birer dişlerimizin kırıldığını, eksilen dişlerimiz yüzünden belki de ileride sadece tatsız, tuzsuz bir “lapa”ya talim edeceğimizi geç de olsa anladık ama, yine de “zararın neresinden dönülse kârdır” hesaplarıyla, bunca zamanın, bunca hayhuyun ardından şimdilerde de hesapça kolları sil baştan sıvayıp, böylece temizlenip paklanmış “yeni mahsul” pirinçlerle kazanlar dolusu pilav pişirme hevesiyle “resmen” yola koyulduk…
Bu saatten sonra dibi yanmamış lezzetli bir pilavı el birliğiyle pişirip, sonra da çalakaşık hep beraber midelerimize keyifle indirebilir miyiz bilemiyorum; ama, bilebildiğim veya şaşı gözlerimle izleyebildiğim kadarıyla, kimilerimiz Misakımızın Milli sınırları dahilinde rengarenk bisikletlerimizle, dağ, bayır istediğimiz yönde pedal çevirmeyi kendimize anamızın ak sütü misali hak bellerken, öte yandan “İmtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz” diye en tiz perdeden “ferman” buyuran Anayasamıza rağmen, nedense dışlayıp, horlayıp, küçümseyip, ötekileştirip, dolayısıyla “Kürt’e ne gerek ‘pıskılet’ biner gider valiye çarpar!” zihniyetiyle “malul” olduğumuz o günleri gerilerde bırakıp, bundan kellim kalaylanmış tertemiz kazanlarda pilav pişireceğiz inşallah!
İnşallah, maşallah derken, bu arada Kürtlerin yavaş yavaş, düşe kalka ama inatla sürdürdükleri “antrenman”lar sonucunda sadece bisiklete binmekle yetinmeyip, ayrıca tam da şu sıralar “hayırlara vesile” olması dileğiyle milletçe el açıp Allah’a yalvarıp, böylece ülkemizin en üst makamındaki koltuğuna oturacak “yeni” cumhurumuzun başını seçmeye hazırlanırken, onların içlerinden birinin “pıskılet”ine atlayıp Çankaya tepelerine doğru son sürat pedal çevirip, bu koltuğa “aday” olduğunu ilan etmesine ne buyrulur!..
Acaba “yavaş yavaş” da olsa, Kürtçe deyimiyle “hedi hedi” de olsa taşlarını ayıkladığımız lezzetli bir pilav pişirmenin arifesinde miyiz, yoksa gündüz gözüyle rüya mı görüyoruz Kirvem!

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa