Orhan Gencebay kapıdan girince, içeride patronu başkalarını azarlarken görür. “Bu adamı bir daha görürsem bacaklarını kırarım, götürün şunu” diye bağırır patron. Orhan’a desteyle para verir, “altına araba çekmeye” götürür. El sıkışırlarken Orhan hâlâ “Düşünseydim” diye tereddüt geçirir. Yolda giderken arkadaşı sokak çocuklarını görünce bir anda arabaya ve o hayata yabancılaşır. Çocukların “Vay Orhan abi köşeyi dönmüşsün, peki biz nasıl döneceğiz köşeyi?” sorusuna sessiz kalır. Hemen patrona geri döner, anahtarı, arabayı iade eder. “Gazinoya çıkmayı şimdilik düşünmüyorum” der. “Neden” diye sorulunca “Halk konserleri vermek niyetindeyim” diye cevaplar. Kapıdan çıkarken patron söze “Seni sevdim” diye başlar, “Kabul et, yoksa pişman ederim” diye son verir.
Halk konserleri vermekten vazgeçenlerin bu hafta çektirdiği fotoğrafa bakarak hatırlanması gereken bir filmmiş meğer. Büyük patronla poz verenler arasında Orhan Gencebay’ın da yer almasından 35 yıl önce çekilmiş “Aşkı Ben mi Yarattım”. Şerif Gören’in Gencebay’la 70’ler boyunca çektiği birkaç filmden biri. Başka birilerine tehditler savuran gazino patronunun emirlerine boyun eğmemenin filmini çekerek Orhan Gencebay olduğu yıllar, epey geride kalmış. Patronların elindeki mukaveleleri hiçe sayan Orhan gideli çok olmuş, her kuşaktan mukaveleciyle huzura çıktığına göre.
Filmde, Gencebay’ın içinden geldiği halktan insanların kendisine başka bir dünyanın insanı gibi muamele etmelerine dayanamamasını görürüz. (Aslında, birkaç sahne önce, sevgilisi Müjde Ar’ın az bir parayla gittiği bakkaldan elleri kolları poşetlerle dolu dönmesi de kritik bir sahnedir. Müjde Ar’ın o erzakı “oynaşarak” aldığını öğrenince yıkılır, bağırır, çağırır, “helal para” meselesini vurgular. Kavga biraz sürer. Yatışınca, gözleri yaşlı çift, yere oturup bir yavan ekmeği ortadan kırarak yemeye başlar. Ama ekmek sahnesi filmin en yavan sahnesidir belki de. Ekmek, popülizm mevzubahis olunca ilk akla gelendir ve çoğunlukla da eğreti duran.) Orhan’daki kırılmayı gerçekleştiren, ekmekten başka şeylerin kavgası değil, yoksul halkın bakışları ve sözleri olur.
“Kul olmadık hiçbir kula” diye başlayan seçim şarkısının tanıtım toplantısında boy gösterenlere, dediler ki, “mahalle baskısı” yapılmış. Filmde ve hayatta olan, halkın sanatçı dediği, sevdiği, bağrına bastığı kişiye söyleyecek sözü de olduğu sadece; olayı dramatize etmenin manası yok. Kimi kulaklarını tıkar, para destelerini, son model arabaları ama daha önemlisi, gaddar patronların oyuncağı olmayı tercih eder. Kimi, parmaklarını da kırsalar, ellerinin üstüne de bassalar, o konsere çıkar ve başlar konuşmaya: “Beni buraya sizler getirdiniz. Halk getirdi. Sazım sözüm halk için. Kardeşlik için. İnsanlık için. Garipler için. Sevenler için. Yeni bir dünya için. Batsın bu dünya.” Bu yüzden kimisi bir adamı övüp elini öpmek için doldurulmuş bir salonda “Kul olmadık hiçbir kula” şarkısını çıt çıkarmadan oturduğu yerden dinler, kimisi açık hava sahnesinde halkla birlikte “Kula kulluk edene yazıklar olsun” diye söyler.
Sanatçı diye salona doldurulanlar, gazino patronlarının sözünden çıkmadıkları için değil, halk konserlerinde “Sazım sözüm halk için” dedikleri için “birisi” olduklarını en iyi bilenlerdir. Tepki mi, görecekler tabii, yaptıkları iş bu zaten. Gördükleri tepki de, sağda solda yazılan iki satır, bahsini açmaya değmez.
Serdar Ortaç’ın hasta olduğu haberleri bile dönüp dolaşıp Ahmet Kaya sevenlerden yirmi yıl öncenin özrünü dilemekle sonuçlanır, bu yüzden. Serdar Ortaç kolay hedeftir bir de, Ahmet Kaya’nın başına gelen alçak saldırının da (“linç”, “mahalle baskısı” görmeyen varsa) kimse aksini savunmaz zaten. Ahmet Kaya’yı ya da Kürt kültürünün özgürlüğünü aynı ateşle savunmayanlar için bile yakalamışken bir tane vurmak adettir. Tavşanlık edip öne çıkmanın cezası, Ahmet Kaya deyince Serdar Ortaç’ın, Serdar Ortaç deyince Ahmet Kaya’nın akla gelmesi olmuş, ama bu sadece daha başlangıç elbette. Faşizmin bütün günahlarının hesabını vereceği daha çok celse var ve o lincin bütün aktörlerinin elbet sırası gelecek.
Yıldız Tilbe’nin deli doluluğuyla bir anda cumhurbaşkanlığı kampanyası yürütülecek kadar büyük alkış ve hayranlığın nesnesi haline gelmesi ve ardından, Hitler’e destek mesajlarıyla gelen hayal kırıklığı da, sanatçıyla halk arasındaki köprünün yarım yamalaklığıyla ilgili. Saklanmayan bir kibirle, “Aferin Yıldız Tilbe’ye, hiç beklemezsin” mealindeki Yıldız Tilbe sevgisi, aslında zaten onunla karşılıklı bir diyalog kurmayan sosyal medya kalabalığının “Yıldız da fos çıktı” havasına girmesine evrildi. Olasılıkla, bu da henüz başlangıçtır ve Yıldız Tilbe, ırkçılığa selam gönderdiği için değil ırkçılara haddini bildirdiği için sevildiğini anlamıştır. Umursar mı, onu bundan sonra yapacakları gösterir.
Okan Bayülgen’den Şafak Sezer’e, halk konserlerinden vazgeçen niceleri var, itibarlarını kravat takıp el öperek toparlamaya çalışan. Örnek tonla. Şarkı, “Şaşıran sen mi yoksa ben miyim bilemedim” der. Buyursun cevaplasınlar.
14 Temmuz 2014
DİĞER YAZILARI
Androidler üç boyutta ne düşler?
6 Ekim 2017
Yedi kişilik oyun
1 Eylül 2017
Erkeklere gününü gösteren pehlivan
18 Ağustos 2017
Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu
28 Temmuz 2017
Zombilere karşı iki tutum
21 Temmuz 2017
Maymun nasıl maymun oldu?
14 Temmuz 2017
Sürüden ayrılanı kamera kapar
7 Temmuz 2017
Ey ruh, sen kimsin?
30 Haziran 2017
Karanlık Çağ’da vampirlere karşı
8 Haziran 2017
Genç Karl Marx: Bir başlangıç
19 Mayıs 2017
Evrensel'i Takip Et