Asimetrik yarış meselesi
Kirvem,
Şu kırtıpil alemin siyaset arenasında işler nasıl yürür, politika denen bu meret şeyin belli başlı bir “racon”u var mıdır, varsa bunun “kriter”leri, kuralları nelerdir, bu kuralları kimler, neye göre belirler, bunlara ayak uydurabilen siyasetçiler koltuklarını zaman diliminde daha uzun mu korurlar, bunu beceremeyenler halkın nezdinde güvenilirliklerini, dolayısıyla “iktidar”larını kaybedip bu “kulvar”lardan ellerini, eteklerini ister istemez çekip bir kenarda pineklemeye mi koyulurlar, ya da her yenilginin akabinde daha da bilenip, hırslarını tazeleyip, mesela “altı kere gidip, yedinci kez gelip”, böylesine “gel-git”leri sindirebilmek gerçekten de “maharet” mi ister, hele hele illa da millet ve vatana “hizmet aşkı”yla yanıp tutuşmak, bu yolda gerekirse baldıran zehrini meyan kökü şerbeti niyetine içip, keza aynı şekilde “kefen” giymekten dem vurmak, acaba siyasetin “fıtrat”ında var olan olmazsa olmaz bir koşul mudur, bilemiyorum!
Siyaset aleminde “lokomotif” olup, sonra da artlarına takılan “vagon”ları kendi peşleri sıra sürükleyen anlı şanlı “lider”lerin hemen hepsinin öncelikli derdi, gerçekten de içinde yaşadıkları toplumun maddi, manevi sorunlarına “derman” olup, ardından da bunlara çözüm üretmek midir, yoksa işin derununda, madalyonun öte yüzünde, tıpkı atalarımızın buyurduğu “Ele verir öğüdü, kendi keser söğüdü” ya da “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” tarzında bir hinlik, cinlik, bencillik mi yatıyor acaba?
Öyle ya da böyle! Gerçek olan o ki, şu sıralar yürürlükteki anayasamız mucibince “son kullanma” tarihi, veya “miadı” dolmak üzere olan cumhurumuzun başının yerine, milletçe “yeni”sini seçip Çankaya’ya uğurlamaya hazırlanırken, vatandaş olarak her birimiz kendi kavlimizce, hani deyim yerindeyse “Armudun sapı, üzümün çöpü” hesaplarıyla seçeceğimiz cumhurun başının kim olacağı hususunda ince eleyip sık dokuyup fazlasıyla titizleniyoruz ama, diğer taraftan da “Hamama gider kurna beğenmez, düğüne gider zurna beğenmez” misali, sanki önümüzde seçeceğimiz yüzlerce aday varmışçasına mızmızlanıp kılı kırk yararken, aslında sadece “üç aday” içinden birini seçmeye “mahkum” olduğumuzu nedense unutuyoruz!
İlk kez sözde “cumhur”umuz tarafından seçilecek olan bu zatı muhteremin kim olacağını, aslında direkt veya dolaylı yollarla “empoze” eden parlamentonun yanı sıra, ayrıca Mecliste grubu bulunan partilerden kafa kafaya veren yirmi “vekil”in “irade”si öncelikle söz konusuyken, bunu, bu çarpıklığı sanki görmezlikten gelip, sonra da halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı sıfatıyla, şu veya bu zatı allayıp pullamak da işin bir başka alengirli boyutu!
“Nerde hareket, orda bereket” düsturundan yola çıkan, bu “bereket”in “nimet”lerini “eşit” şartlarda paylaşmaktan yana hiç de oralı olmadığı gibi, tam aksine, gerek koltuğunun hükmünce, gerekse kendi “adalet” anlayışınca meydanlarda, özellikle de televizyon ekranlarından kendi “görüş”lerini halka sebilullah “pazarlayan” başımızın başı “usta”mızın bu keyfine diyecek yokken, öte yandan diğer iki adayın adil olmayan bu yarıştan dolayı feveranlarına “resmen” kulak tıkandığına bakılırsa, anlaşılan o ki, ülkemizin semalarında bunca yıldan beri “iktidar” sıralarından zırt pırt dillendirilen, ağızdan ağıza dolaşan, “adalet” sözcüğünün kıymeti harbiyesi hepten mafiş ka yavrum!
Nitekim daha başından itibaren “asimetrik” bir “yarış”la ülkenin en tepesindeki koltuğuna oturmaya “talip” bir zatı muhterem, acaba gerçekten da halkın gönül rahatlığıyla seçip bağrına basacağı “meşru” biri mi olacak, yoksa hakkaniyetten yoksun koşullar sonucunda oturacağı koltuğun “saygın”lığına gölge mi düşürecek, kim bilir Kirvem!
Evrensel'i Takip Et