Dilekler: Tanrıların atası mı?
Fotoğraf: Envato
Bir bayram daha geçti. Oruç tutanların önemli bir kısmı iftar ve sahurdaki tüketimleriyle yeterince çile çekmeyip nirvanaya (manevi kurtuluşa) ulaşamadıysa da gönül ayıklanmasında, nefsi terbiyede az çok bir yol almış sayılırlar. Artık yeme içme zamanı. Bayramlar mevcut kısıtlardan kurtulma, şölen ve dayanışma zamanı olduğu kadar herkesin yerini bir kez daha hatırlatma zamanı da; kurumlarda konuma göre sıraya girildi, aşiretlerde reis başa geçti, cami önlerinde erkekler yaş ve zenginlik sırasına göre dizildi, “Küçükler büyüklerin elini öptü”, gençler yaşlıları ziyaret etti, kadınlar yine arkada kaldı, hizmette kusur etmedi, yüksek sesle gülmedi, daha liberalleşen bir kısmı tatile kaçtı.
Bayramda en ortaklaşa yapılan şey birbirine dilekte bulunmak oldu herhalde. Bayram boyunca herkes ulaşabildiği kadarıyla birbirine mesaj attı, kimi kalıpları tekrarladı, kimi daha samimi içten iletişime geçti, dileklerde bulundu. Ancak görülen o ki insani olan bir kez daha araçsallaşıyor, dilekler bile iyice cemaatlerin, belediyelerin, uyanık politikacıların, telefon şirketlerinin ayağına düşmüş durumda, müthiş şekilde metalaşmış durumda. Bu durum elbette güzel şeyler dilemenin olumlu yanlarını görmemizi engellememeli ama işin tadı da kaçıyor. Bende de giderek anlamsız kalıp mesajlara yönelik bir uzaklaşma hissiyatı oluşmaya başladı.
14 Temmuz Fransa’da bayramdı, Bastille hücumunun yıl dönümü idi. Fransız İhtilalinde yoksullar “öfkelileri” oluşturuyordu, jakobenlerin bir kısmı “Hürriyetin istibdadını istiyoruz” diyordu. Haktan, eşitlikten, özgürlükten, kardeşlikten söz ediliyordu. İttihat ve Terakki’nin şiarı “düzen ve ilerleme” idi. Huzur da ilerleme de birlikte olacak. Cumhuriyet fetihçilikten, cihattan vazgeçtiğini ilan ediyordu: “Yurtta sulh cihanda sulh”. Barış dilekleri her zaman geçerli, ölümsüzlük bunun bir yanı, Antik Yunan’dan, belki daha eskilerden beri insanlığın en önemli ideallerinden birini “mutluluk” oluşturuyor, “iyiyi istemek” oluşturuyor. “Adalet” ve “kalkınma” dileği, birinci ayağı hiç olmadıysa da ikinci ayağı yeme içme düzeniyle iktidara yakın olanlar için bayrama denk sayılır. İman edenler hep aynı kalacakları ve hep mutlu olacakları cenneti diliyor; aydınlanmacılar, materyalist toplumcular eşitlik, özgürlük, kardeşliği bu tarafta kurmaya uğraşıyor, Kant, Marx ebedi barışı istiyor.
Dilekler; eşitlik, özgürlük, kardeşlik, ölümsüzlük/sonsuzluk, mutluluk, huzur, ilahi adalet, hayır-iyilik, cennet, “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek”, herkes birbiriyle dostça, bir diğerini ve doğaya zarar vermeden sonsuza kadar yaşamını sürdürünceye dek…
Feurbach’a göre “Tanrılar, insanın öz sevgisinin, insani dileklerin temsilleridir”. İbadet-namaz, kurban, oruç, sonuçta salt ya “şükür” veya “dilek”ten oluşur. Şans veya şanssızlık, kötülükten korunma veya iyiliğe erişme fark etmez, dua ilk sebep olan Tanrısal gazaptan kurtulma veya tanrısal inayete sığınma halleridir. Dilekler tanrıların ilk (kök) yansımalarıdır, nerede görülmüşse, orada tanrılar da görülmüştür. Dilekler kesinlikle bir eksikliğin açığa vurumu, acziyete kölelik, ama özgürlük istenciyle (Kısıtlılıktan kurtulma arayışı ile) bir köleliktir. “İnsanın hayvandan farklı özü dinin sadece temeli değil, üstelik nesnesidir de. Ancak din sonsuzluk bilincidir; bunun anlamı din, insanın kendi, hem de sonlu ve sınırlı olamayan, tersine sonsuz özüne ilişkin bilincinden farklıdır ve başka türlü de olamaz. (…) bilinç ile sonsuzluk bilinci birbirinden ayrılamaz; sınırlı bilinç bilinç değildir; bilincin doğası her şeyi kapsar, sonsuzdur. Sonsuzluk bilinci, bilincin sonsuzluğuna ilişkin bilinçten başka bir şey değildir. Ya da sonsuzluk bilincinde, kendi özünün sonsuzluğu bilincin nesnesidir.”
Din tersine dönüp insanın sonsuzluk/ebedilik bilincini, özgürlük bilincini kendinde hapsetmeye; insan idrakini, sevgisini, istemesini, özgürlüğünü, sınırsızlığını ikame etmeye kalkışmaktadır.
Dileklerin karşıtına dönüşüp kendini başkasının denetimine tabi kılmaması dileğiyle.
- MEB’in başarısı muhteşem tıklanma rekoru: İnsanın iyi ki pandemi ve deprem olmuş diyesi geliyor 10 Ocak 2025 04:58
- 22 yıllık, 72 yıllık gerileme: MEB’in, AKP’nin, milli görüşün ‘Milli Maarif’ ve ‘MESEM’ başarısı 03 Ocak 2025 04:26
- Türkiye ve Suriye yüzyılı mütaşerik maarif ve rejim modeli 27 Aralık 2024 04:43
- İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine 13 Aralık 2024 04:40
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15