05 Ağustos 2014 00:09

Bakanlar Kurulunun bir görevi de kitap yasaklamaktı

Bakanlar Kurulunun bir görevi de kitap yasaklamaktı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Belge Yayınları yeni başlattığı Yargılanan Kitaplar Dizisinde, öncelikle yargılama konusu olmuş kitaplara yer veriyor. Bu dizide daha önce yargılanmış iki yasaklı konuyu içeren Yves Ternon ve Gülçiçek Günel Tekin’in kitapları yayınlandı.
Birinci kitap soykırım yasağını, ikinci kitap ise ana dil yasağının tipik örneği olan, “Ermeni Tabusu” (Belge Yayınları, 1993) ve “Anadilimiz Kimliğimiz, Anadilimiz Varlığımız” (Aram Yayınları, 2003) adlı yargı konusu olmuş kitaplardı. Yeni basımlar ise dava belgelerini, suçlama ve savunmaları da içermekte.
Ancak bir de Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri tarafından yargılanmadan, doğrudan yasaklanmış kitaplar söz konusu. 1961’de yeni anayasa yürürlüğe girene kadar devam eden uzun dönemleri kapsayan bir uygulamaydı bu. Örneğin, Franz Werfel’in “Musa Dağ’da 40 Gün” adlı kitabı, 1933 yılında Almanya’da yayınlanmasının hemen ertesinde, kitabın ülkeye girişi Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanacaktı. Hatta T.C. hükümeti bununla da yetinmeyerek, iktidara daha yeni gelmiş Nazi yönetimi ile ilk anlaşmasını yaparak, kitabın Almanya’da da yasaklanmasını sağlayacaktı.
Örneğin İlias Venezis’in, Yunanistan’da yayınlanan  kitaplarının  ülkeye girişi de, Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanmıştı.
Venezis, ‘30’lu yıllarda Yunan edebiyatında yeni bir çığır başlatan Anadolulu, İstanbullu yazarlar arasında derhal kendine yaraşır yeri aldı. T.C. Bakanlar Kurulunun derhal ülkeye girmesini yasaklamasının bir nedeni de, hâlâ İstanbul’da yaşayan önemli sayıda bir Rum toplumunun bulunmasıydı. O tarihlerde zaten bu kitapların tercüme edilmesi bile düşünülemezdi. ‘60’lı yıllarda bile, hümanist Giritli Yunan Yazarı Kazancakis’in, Girit sorununu konu alan “Kaptan Mihalidis” adlı kitabı rahmetli Nevzat Hatko tarafından (Eşi büyük Türk sosyologlarından ve siyasetçilerinden Behice Boran’dı) çevrilip yayımlandığında, mahkeme kararı ile derhal yasaklanacaktı. Bundan aynı yazarın “Toda Raba” adlı (Habora Yayınları, İstanbul 1968) Ahmet Angın tarafından çevrilen kitabı da nasibini alacak ve 12 mart cuntası döneminde her iki çevirmen de hapsedilecekti. 12 Eylül cuntası ise kendine hedef olarak Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı kitabını seçip, yargılatacaktı. Fakat tam o sıralarda Sotiriyu’nun Abdi İpekçi Ödülü alması üzerine, çevirmen Attila Tokatlı’nın İstanbul Sıkı Yönetim Mahkemesindeki yargılanması beraat ile sonuçlanacaktı.
Bütün bunlardan dolayı, Türk yayıncıların Yunan edebiyatı ile başlarına bela almak istememelerini anlayışla karşılamak gerek. Eğer bir mesleğin gereği, “kahraman”lığı da içeriyorsa bunda bir acayiplik olması gerek. Belge Yayınları Kurucusu Ayşe Nur Zarakolu, bir “sorun yaratıcı” olmaya meraklı biri olduğu için, ya da siyasal görüşlerinden dolayı değil (Elbette onun da güçlü bir siyasal dünya görüşü vardı), gerçek bir insan hakları savunucusu olduğu için, resmi tarihe karşı, resmi edebiyata karşı, bir karşı ya da alternatif tarihin çıkmasını sağlamak istediği için ve halklar arasında üç çeyrek yüzyıldır atılmış olan köprülerin inşası için, empati için, hümanist duyguların güçlenmesi için sadece akademik araştırmaların değil, edebiyatın da gerekli olduğunu düşünerek, farklı bir konseptle, bir dönem yakından izlenen Marenostrum dizisini başlatmıştı. Düşünün ki eski İstanbul’un, eski İzmir’in, ya da Karadeniz kentlerinin ortak yaşam tadını edinebilmek bu serinin farklı bir kapı açması ile mümkün oldu.
Bu dizide ağırlıkla Yunan edebiyatına yer verilmekle birlikte, Ermeni edebiyatı (Mıgırdiç Armen’in “Hegnar Çeşmesi” ile bu da bir ilkti, Türkçesi: Hasan Polat, Belge Yayınları 1992), Yahudi edebiyatı (Moris Karako, Kalderon Ailesi, Türkçesi: Teri Sisa Galimadi, Önsöz: Rıfat Bali, Belge Yayınları 2001) ve Arap edebiyatına (Taha Hüseyin’in “Günlerin Kitabı”, Andre Gide’in önsözü ile, Türkçesi: Ayşen Gür, Belge Yayınları 1994) da yer verildi. Ki bu sonuncusu dizinin en az başarılı olan kitaplarıydı. Bu da Türkiye’deki okurlar arasında bir antiarap ön yargının hâlâ devam ettiğinin bir işareti idi. Modern Arap edebiyatı, “laik” okur yada Kemalizmden arınamamış sol okur tarafından, İslami akımın seçmeci ellerine terk edilmişti. Türk okuru, çağdaş Arap edebiyatını Yunanlı okura oranla çok daha uzaktan izliyordu. Hatta izlemiyordu bile.  
‘90’lı yıllarda Belge Yayınları, Marenostrum dizisiyle Yunan edebiyatına ilgi çekmeyi başardı. Bunun bir nedeni Yunan sosyalistleri ile Türkiyeli sosyalistler arasındaki sıcak ilişkiler ise, bir nedeni de yine ortak yaşam geleneğinden gelen Mübadiller arasında, bir kimlik arayışı ve bilinçlenmenin başlamasıydı. Çünkü bir çoğunun büyük anne ve babalarının konuştuğu dil Elenika idi. Dolayısıyla onların Anadolu’dan sürülen Rumlar ile empati kurması ve duygu paylaşması çok daha kolaydı. Marenostrum dizisi mübadilleri anlatan ilk kitapları yayınlamakta da öncü rol oynayacaktı. Örneğin, bilinçli ilk ‘mübadil kitabı’ Marenostrum dizisinde, Ahmet Yorulmaz’ın Belge Yayınları tarafından yayınlanan “Savaşın Çocukları/ Girit’ten Cunda’ya”sıdır (1997). Ertuğrul Aladağ’ın “Sekene. Türkleşmiş Rumlar, Dönmeler” i (1997), Yorgo Andreadis’in “Gizli Din Taşıyanları” (1997) ile birlikte ilk kez “örtülü kimliklere” değinilir. Ilgaz Zorlu’nun “Evet, Ben Selanikliyim” adlı kitabı ile de ilk kez Türkiye sabetaycılığı antisemit olmayan bir dil ile ele alınır. Bu dönemde mahkemelerin artık Yunan edebiyatını ve bu tür kitapları görmezden gelişi, biraz Dido Sotiriyu davasının beraat kararının bir içtihat oluşturması, biraz da Kürt basını ve yazarları hakkında açılan davalardan dolayı hakim ve savcıların başlarını kaldıracak hallerinin olmamasıydı.
 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa