Boy aynası olarak seçim
Cumhurbaşkanlığı seçimine beş gün kaldı. Önceki seçimleri aratmayacak düzeyde seviyesiz bir propaganda dönemi geçiyor. Başbakan, diğer adayların varlık ve kimlikleri üzerinden kendisine alan açmaya çalışıyor. Ceberut devlet anlayışının hangi simgesi varsa (bayrak, İstiklal Marşı, Sünni mezhep gibi) hepsini kullanıyor.
Bu seçimlerde kendini karşısındakinin yokluğu üzerinden var etme çabası konusunda başbakan yalnız değil. Özellikle bazı küçük burjuva sol siyasi hareketler ile sol-sekter görünümlü ulusalcı gruplar da Selahattin Demirtaş ve onun temsil ettikleri üzerinden kendilerini temize çekmeye çalışıyor.
İlk olarak ÖDP bir açıklamayla, neden seçimlerde “tarafsız” kaldıklarını açıkladı. ÖDP neden Selahattin Demirtaş’a oy vermeyeceğini “HDP, kendi sınırları içerisinde bir aday belirleyerek toplumun geniş kesimlerine güven verecek, onların taleplerini içerecek bir seçenek oluşturmamıştır” ifadeleriyle savunuyor. Açıklamayı okuyan birisi adayın adı Selahattin değil de Berk olsa her şey çözülecek sanır! Bir yandan “özgürlükçü” olup, bir yandan da ezilen bir halkın temsilcisini “güven verici” bulmamak nasıl bir siyaset tarzına denk geliyor acaba?
Bir diğer “tarafsızlık” ilanı da Aydemir Güler’in Sol Haber Portalı’nda yer alan 1 Ağustos tarihli yazısı. Güler yazısında, Demirtaş’ın Başbakanı seçtirmek için aday olduğunu iddia ediyor: “Herkes biliyor ki, CHP veya İhsanoğlu modeli bir biçimde çökmezse, HDP ikinci turu göremeyecek. Pratik bir sonuç; Demirtaş ilk turda kendine, ikinci turda Erdoğan’a oy toplamak için aday olmuş görünüyor”. Seçimlerde aday olduğu için Demirtaş, başbakanı seçtirmek istiyor ama Demirtaş’ı boykot eden “solcular” başbakanı seçtirmek istemiyor!
İşin ilginç yanı şu ki; tüm seçim süreci boyunca Selahattin Demirtaş ÖDP'nin kaygılarını boşa düşürecek biçimde bir kapsayıcılığa ulaştı. Rize ve Nurtepe saldırıları da Demirtaş’ın halkla olan kapsayıcı diyalogunun “bedelleri” oldular.
Bugüne kadar HDK bileşenlerinin hiçbiri HDP adayı Demirtaş’a destek vermeyenlere “Nasıl ve neden bu toplumsal sorumluluktan kaçmaktasınız?” demezken, onların bu dışlayıcı tutumu esas olarak kendilerini konumlandırdıkları “steril” pozisyon ile ilgilidir. Ancak, 40 yıldır savaşın yaşandığı, kadınların, gençlerin yok sayıldığı, her türden asimilasyon politikasının hoyratça uygulandığı bir ülkede “steril solculuk” mümkün değildir.
Bu seçim süreci bir anlamda herkese bir boy aynası tutmuştur.
Bu ayna şunu bir kez daha göstermektedir ki; mesele seçimde alınacak sonuç değil, beraber yürünecek yoldur.
İşçi sınıfı ve emekçiler, yoksul halk kesimleri, dinsel-ulusal-cinsiyetçi ayırımcılığa maruz kalanlar bu seçim sürecinde daha fazla birlikte yürümeyi başardılar. Bunu kazanmak önemliydi! Kutlu olsun!
Evrensel'i Takip Et