\'Serçenin kanadındaki sevinç\'
Kuşların yavru uçurmalarındaki heyecanı, bilmem hiç izlediniz mi? İlk kez uçacak yavrunun, varlık ispatının aceleciliği. Ana babanın “mürüvvet görme” heyecanı. Yavru uçamaz da düşerse; düşeceği yerdeki kedi köpek, daha kötüsü insan insafsızlığı... Kısacası, bir kızıl kıyamet.
Kargalar yavru uçururken bütün kabileleriyle birlikte hareket ettiklerinden, onların yavrularının tüyüne dokunanın vay gelmiş başına. Ama serçeler öyle değildir. Hep bir başlarına görürüz onları. Yavru uçururken telaşları bile bu yüzden öksüzdür.
Bir de yavru, bir hapishanenin avlusuna düşerse...
Böyle bir olayı bana sınır illerimizdeki cezaevlerinden bir arkadaşımız yazmıştı. Havalandırmaya tutsaklarla çıkan serçe yavrusu. Volta atmasını öğrenmesi. Özyalçıner, bu kuşla ilgili tasarı öykülerinden birini de yayımlamıştı: Serçeyi Uçurmak. Bu tutsakların tek başlarına odalarda kalışlarından rahatsız olup, onlarla volta atan bir serçe.
Bu küçük serçe, Evrensel Kültür Yayımı kitaplardan birinde yeniden karşıma çıktı. Mehmet Salim’in Serçenin Kanadındaki Sevinç adlı kitabında, kitaba adını veren öyküydü:
“Havalandırmaya bir serçe yavrusu düştü. Düşer düşmez öyle bir telaşa kapıldı ki... ( ...) Beton yığını arasına düşen yavrunun küçücük kanatları birbirine karıştı; uçmayı denedi ama birkaç kanat çırpmasından sonra yeniden betona çakılıp kaldı. Anlaşılan anne ve babası kaç yıldır çatısına yuva yaptıkları hapishane hakkında yavrularını uyarmamışlardı. Oysa biz mahkumlar her gün anne-babanın yüksek sesle yavrularına bir şeyler anlattıklarının tanığıydık. Demek ki anlattıklarının arasında biz mahkumlar, duvarlar, gardiyanlar, demir parmaklıklar yoktu. İyi ki de yoktu. Bizimki yaşamın kötü tarafıydı. Dışarıda ağaçlar, çiçekler, böcekler, yollar, ormanlar, çocuklar, sokaklar varken esirlikten söz etmek can sıkıcıydı. Hangimizin anne-babası biz küçükken yanı başımızdaki hapishaneler üzerine bizi uyarmıştı ki! Çoğumuz serçe yavrusu gibi birdenbire bulmuştuk demir parmaklıklar arasında kendimizi. Düşlerimizi duvarlara boyarken, bir aşkın ortasındayken, sevinirken, sesli düşünürken birdenbire koparılmıştık yaşamdan. Biliyorduk birdenbire beton ve demir yığınına düşmenin acısını.”
Mehmet Salim de eski bir tutsak. Tutsaklığının son yılları F tiplerinde geçmiş. Öykülerinde üç konu/tema iç içe: Anadiliyle eğitim yapamamak, tutsaklık, ülke değiştirmenin özgürlüğü sağlamayışı. Bu öykülerden “Sınav” adlısını, Yaşar Kemal’in “Yatak” adlı öyküsüne bir saygı selamı saydım. Köyden şehre yoksulların okumak için gelişlerinin trajikomik öykülerinden biri. Yağmurun gurbette okuma uğruna sığınılmış kira evlerinde/otellerde sıradan bir doğa olayı değil bir felaket durumuna gelişini hep Yaşar Kemal ile hatırlardım. Bu kez Mehmet Salim’i de anacağım.
Öykülerin tadını çıkarmak için bir kez daha okumayı düşünüyorum. Size de okumayı öğütlerim, hem yaşadığımız coğrafyayı tanımak, hem insanımızın tükenmez mizah duygusunu tatmak için.
*Serçenin Kanadındaki Sevinç, Öykü, Mehmet Salim, Evrensel Basım Yayım, 125 s.
Evrensel'i Takip Et