\'Tabula rasa\' meselesi
Kirvem,
Bu mektubumda hafif yollu da olsa zihinlerimizi kurcalayan, ama ne hikmetse sağlam bir kazığa bağlamakta zorlandığımız, hatta bir gıdım daha da ileri gidip söylemek gerekirse entipüften kimi meseleler etrafında dolanıp, yarenlik etmek istiyorum.
Malum olduğu üzere şu kavanoz dipli dünyaya kimilerimiz dişi, kimilerimiz erkek cinsiyetimizle “anadan üryan” avdet eder etmez, ilk nefesimizle birlikte çocuksu sesimizle “yaygara” koparıp ağlıyoruz ama, neden ağlayıp zırladığımızı da bilmiyoruz, bilemiyoruz.
Analarımızın evvelemirde ağızlarımıza zorla tıktıkları “gül” memelerini refleksle emmeye başlayınca, ister istemez hem sesimizi kesiyoruz, hem de ilk andan itibaren minik midelerimize “bayram” yaptıran o ılık sıvının “süt” olduğundan da bi haberiz.
Adı John, soyadı Locke olan kefere filozofun, on yedinci yüzyılın ortalarında yumurtladığı “ince” düşüncesine bakılırsa; insan beyni, yani benim, senin, kısacası hepimizin beyni, aslında doğduğumuzda tam bir “tabula rasa”, yani her bakımdan bir “boş levha”ymış; tertemiz, üzerinde herhangi bir çizik, en ufak bir kalem izinin olmadığı beyaz bir dosya sayfası, ya da beyaz bir tebeşirin dahi henüz dokunmadığı ilkokul sıralarından itibaren tanıdığımız sanki duvara çakılı bir sınıf tahtası!
Yine bu kefere filozofun dediklerine göre, zaman içinde yavaş yavaş, siga siga edindiğimiz tecrübeler, deneyimler sonucunda bu tabula rasalarımız bir taraftan giderek dolarken, diğer yandan da yaşamımıza “kılavuz”luk eden “aklımız”la baş başa kalırız!
Kendi payıma bu İngiliz keferesine, yani tıp tahsilinin yanı sıra, ayrıca doğa bilimleriyle flört etmekle yetinmeyip, bir de siyaset aleminde de at koşturan bu zatı muhteremin, özellikle “aklı” ön plana çıkaran bu düşüncelerine katılmamak sanki namümkün ama, diğer taraftan da canlı yaratıkların hepsinden fevkaladenin fevkinde “akıl”lı olan biz insanların, te dünya kuruldu kurulalı tarih sayfalarındaki “icraat”larımıza bakılırsa, mil pardon ama, “insan” olarak bu tabula rasalarımızı doldura doldura gelip dayandığımız nokta, hepten falso!
Avrupa’daki aydınlanma ve “akıl çağı”nın gerçek kurucusu olarak nam salan bu muhteremin, kendi fikrince bahsettiği bu “tabula rasa”ya, bu “boş levha”ya, bizler birer birey olarak her Allah’ın günü edindiğimiz deneyimlerimizi, hani deyim yerindeyse günü gününe, saati saatine “not” edip bu boş beyinlerimizi ha babam de babam işe yarar deneyler yerine, tam aksine “akla ziyan” , dolayısıyla insanlık alemi için utanç verici lüzumsuz şeylerle dolduruyoruz…
Acaba insan olarak “fıtrat”ımızın çilesini mi çekiyoruz!
Öyle ya da böyle, isteyen bu Locke denen feylesofun, bu bilim adamının dediklerine hak verip, onun peşine takılıp, böylece “akıl” denen bu illetin “macera”sını kendi kavlince irdeleyip, yorumlayıp, ya da kendi özgür düşüncesiyle bittabii ki ahkam kesebilir, ama özüme kalırsa; asıl mesele, asıl sorun herkesin düşüncelerine daha peşinen “ipotek” koyup, ardından da sadece kendi “tabula rasa”sına kaydettiği şeylerin “doğru” hatta “tartışmasız” olduğunu, hele hele özellikle de bunu kaba kuvvetle, “bilek gücü”yle, “iktidar” zoruyla empoze etmeyi “huy” edinip, dahası da bu tarz “efelenmeler”i bir nevi “yaşam biçimi”ne dönüştürürken, öte taraftan bunun ne denli “zavallı”ca bir yaklaşım olduğunun farkına dahi varamamak, belki de işin en acı boyutu mu kim bilir, Kirvem!
Evrensel'i Takip Et