Seçimin ardından: Klientalizm ve popülizm
Fotoğraf: Envato
Böyle bir seçimden sonra yazmamak mümkün değil. Bugüne kadar AKP’nin başarısını açıklarken iki popüler açıklama getirildi: 1) AKP’nin halkın dilini konuştuğu, halkın değerlerine yakın olduğu, yani halkı temsil ettiği için oy aldığı; 2) AKP’nin kömür, makarna, iş-güç, rant dağıtarak oy aldığı. Her iki varsayım da AKP’nin ve AKP seçmeninin söylemine ve pratiğine bakan üstünkörü bir gözlemle doğrulanabilir. Birinci varsayım, AKP’nin ilk zamanlarından bu yana Şerif Mardin’in Edward Shils’ten ödünç alarak Türk siyasetine uyguladığı merkez-çevre kavramları çerçevesinde, özellikle liberaller tarafından ileri sürüldü. Shils’in kavram seti her türlü kültürel gelenek ve kurum için geçerliyken, Mardin bu kavramları Tanzimat sonrası Osmanlı elitlerinin Batılılaşması neticesinde elit ve halk arasındaki kültürel farklılaşmayı anlatmak için kullanmıştı. Mardin’in Türki siyasi hayatına dair tespitlerinin 1960 darbesi sonrası Demokrat Parti çevresi ve 12 Mart sonrası Ortanın Solu hareketinin analizleriyle önemli ölçüde paralel olduğunu belirtmek gerekir. Ancak her iki düzen hareketi de Tanzimat öncesinde halk ve Osmanlı elitlerinin ne kadar uzak olduğu ve Osmanlı toplumunun tabakalaşmanın ne kadar kalın çizgilerle gerçekleştiğini sorgulama ihtiyacı hissetmedi. Kemal Tahir’in Devlet Ana’sı bu dönem cumhuriyet aydınının Osmanlı fantezisinin güzel bir örneğidir.
AKP’nin iktidara gelmesiyle, Mardin’in merkez-çevre açıklaması Anthony Downs’un ortadaki seçmenin oyunu alan partinin seçimi kazandığını iddia eden “mekansal pozisyonlanma” kuramıyla özensiz bir şekilde harmanlandı. Sonuçta AKP’nin Tanzimat’tan bu yana halka yabancılaşmış elitlerin oligarşisini yıkan ve çevreyi merkeze taşıyan demokratik bir güç olduğu sonucuna varıldı. Çevre merkeze taşındıysa yeni çevrenin kim olduğu, yoksa artık çevrenin kalmayıp herkesin merkez mi olduğu gibi kavramların uygulanışının saçmalığını ortaya koyan sorular ve Shils’in kavramsallaştırmasıyla tutarlılık gibi sorunlar asla gündeme getirilmedi. Bu çevreler AKP iktidarıyla yaşadıkları tüm hayal kırıklığı ve stratejilerinin açıkça başarısızlığa uğramasına rağmen kuramsal bir özeleştiri sürecine girmiş değiller. Görünen o ki her şeyi Erdoğan’ın hırslarına bağlayıp bu özeleştiriden kaçınacaklar ve destekleyecekleri bir iktidar belirir belirmez tekrar bu kuramı dolaşıma sokacaklar.
AKP’yi popülist bir siyasi hareket olarak tanımlarken artık gözden düşmekte olan bu merkez-çevre yaklaşımını tekrar üretmekten kaçınmak gerekiyor. Popülizmi sadece söylem ve değerlere indirgemek lahmacun yiyip, namaza gitmekle halkın güveninin kazanılabileceği gibi yanlış bir kanıya götürüyor. Dahası kültürel dışlamanın sınıf hakimiyetini doğallaştırmak gibi bir işlevi olduğu gözden kaçıyor. Bu Kemalistler için geçerli olduğu gibi AKP için de geçerli.
Oy karşılığında maddi fayda sağlanann klientalist ilişkiye dair öne sürülen ikinci açıklama ise özellikle AKP muhalifi düzen partilerinin yaklaşımının temelini oluşturuyor. AKP’nin popülist söylemi gibi klientalizmi de gözlemle doğrulanabilir ampirik bir gerçekliğe tekabül ediyor. Ancak bununla klientalizmin kökenini, nedenlerini ve değişim dinamiklerini anlamış olmuyoruz. Tersine bu eleştiri AKP’nin klientalizmin Türkiye’de zaten hep varolduğu ve sadece AKP’nin rantı artık halka dağıtmaya başladığı gibi bir cevapla kolayca savuşturulup, sanki muhalefetin halkın bu maddi kazançtan faydalanmasına itirazı varmış gibi sunulabiliyor.
AKP’ye dair her iki açıklama da kapitalist bir toplumda sınıflar arası maddi eşitsizliği biçimsel yasal bir eşitlikle meşrulaştırmaya çalışan liberal demokraside popülizmin de klientalizmin de siyasette kaçınılmaz olduğunu ve dahası siyasetin sınıflar arasındaki bir mücadelenin sonucu olduğunu göz ardı ediyor. Bu açıdan seçimlerde HDP’nin kaydettiği büyük oy artışını önümüzdeki seçimde nasıl değerlendireceğini tartışırken sosyalistlerin en büyük katkısı sınıf siyasetinin örgütlenmesi olacaktır. Unutmayalım ki ufukta ciddi bir ekonomik kriz belirmişken AKP’nin oy desteği hâlâ büyük ölçüde kentli yoksullardan geliyor. Bu dönemde Türkiye solu AKP’nin popülizm ve klientalizminin toplumsal dayanaklarını çökertecek ve bu ilişkileri kendi çatısında örgütleyecek strateji ve taktikleri üretmek zorunda. Aksi halde düzen yeniden solcuları ve demokrasi güçlerini ezerek kendini restore edecektir. Bir süredir bu köşede ele aldığım Japonya’daki hakim parti rejiminin dinamiklerini bu açıdan değerlendirmekte fayda var.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22