12 Ağustos 2014

Çaresizliği öğrenmek ya da değiştirmek...

Daha cumhurbaşkanlığı seçimi bu kadar taze iken, elden başka bir şey yazmak gelmiyor. Son yerel seçimlerde yaşananlar yüzünden bu seçimde de içimize kuşku düşüyor, bu yüzden seçim sonuçlarına şüpheyle yaklaşıyoruz…  Seçimden bir hafta önce gelen 100 milyon dolarlık bağış ile –hatırlarsınız- mahalle araları hareketlenmişti. Koliler dolusu gıda dağıtıldı, bir takım “duygusal” desteklerle ikna çalışmaları son gece bile yapıldı. Bunlar ilk kez de olmadı, bu ülkede –ben katılmasam da-  “makarnacılar” diye tanımlanan insanlar var. Neyse bunlar hâlâ hafızalarımızda taze.
Bu kez dışarıdan bir yardım geldi mi bilemiyoruz ama “Erdoğan’ın kampanyasına bağış” ritüelleri, yaşlı teyzelere poz verdirmeler, habersizce bankadan havale edilen bağış paraları basına yansıyan kareler idi.
Sonuçta şu mesajı aldık, bu kez Araplardan para gelmedi, halk Erdoğan’ın arkasında… Sandıktan çıkan sonuca göre de öyle görünüyor. Ülkenin bütün olanakları emre amade iken, resmi televizyon ve radyo kanalları çalışırken, hatta TRT dizilerinde satır aralarına yerleştirilmiş dolaylı propagandalar yapılırken artık kimse demokrasinin sandık olduğunu iddia edemez herhalde.
Seçim sonuçlandığında, ortalıkta dolaşan pek çok yorumdan iki tanesi dikkat çekici idi: Birincisi, muhafazakar seçmen için aday gösterilen İhsanoğlu, CHP-MHP ikilisinin MHP kanadından oy alamamış, bu oylar AKP’ye kaydığı için de Erdoğan beklenenden daha fazla oy almıştı. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir durum gerçekten, özellikle de CHP’nin geleceğini kurgulayan teorisyenleri açısından.
Diğeri ise seçime katılımın her zamankinden düşük yani yüzde 72 civarında kalması. Bu açıdan İstanbul çok dikkat çekici, zira seçime katılım  yüzde 55’te kalmış durumda. Seçim öncesi anketler bu duruma dikkat çekerek seçime katılımın düşük olması halinde AKP’nin ekmeğine yağ sürüleceğinin mesajını vermişti. Peki katılmayanlar kimlerdir?
İlk aklımıza gelen; gezici mevsimlik tarım işçileridir, sayıları yaklaşık 1 milyon civarındadır, topraksız Kürt köylülerdir, sınıf altı diye adlandırabileceğimiz tabakada yer alırlar. Bu insanların her yıl, çoluk çocuk ekmek parası için çıktıkları yoldan oy kullanmak için geri dönmeleri neredeyse imkansız idi. Öyle de oldu. Eğer oylarını verebilselerdi, büyük oranda Demirtaş’a oy kullanacaklarını tahmin ediyorum.
Diğer büyük grup, seçimin anlamsızlığı üzerinden sandığa gitmeyen, bunu –psikologların deyimiyle- çeşitli şekillerde rasyonalize eden insanlardan oluşuyor. CHP’nin, Erdoğan’ın muadili sayılabilecek başka bir adayı göstermiş olmasının kırgınlığı yanında aslında söylem anlamında kendilerine en yakın adaya yani Demirtaş’a da Kürt olmasından dolayı oy vermeye elleri gitmeyenler… Dolayısıyla sandığa gitmediler, tatildeyseler de dönmediler vb. Bu seçmenler, Erdoğan dışında oy verecek birini bulamadıkları için sandığa gitmediler, dolayısıyla oy kullanmaları halinde sonuç değişebilirdi.
Tatilde olan bir grup insan ise, iki eli kanda uçaklara, trenlere, arabalara doluşup oyunun peşine düştü, onları kutluyorum.
Sonuç olarak; seçime katılımın yüksek olması halinde sonuç değişecekti gibi duruyor, zira Erdoğan seçimi bıçak sırtında aldı.
Söylemeden geçemeyeceğim, bu seçimin kazancı Demirtaş’ın umut veren söylemleri olmuştur. Bu bize başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermiyor mu?
Bu seçimde benim esas ilgimi çeken, umutsuz seçmenler oldu. Yaşamın kendi değerlerinin tersine değiştiğini görmek, yaşam alanlarının giderek daralması sonucunda göğsünün üzerine bir boğa oturmuşçasına nefessiz kalmak, üstelik yaşamı değiştirme gücünü kendinde görmemek, ne yapsak ne etsek faydasız duygusu yaşamak… Yani “çaresizlik” duygusu içinde olmak… Her kalkışmada yaşanan hüsran sonucu gelişen bir duygu… Artık yaşamını değiştirebilecek bir olanak olsa da, yaşadığı o çaresizlik duygusu yüzünden harekete geçmemek… Buna “öğrenilmiş çaresizlik” diyorlar. Sürekli yenilmek ya da yenilgi duygusu yaşamak, gerçekten insanı tüketen, depresyona sürükleyen bir ruh hali…
Öğrenilmiş çaresizlik, aslında iş hayatında tanımlanmış, haklarını aramak için mücadele etmeyen bir işçinin, ne yaşamını tehdit eden iş koşullarını değiştirmek için isteği olması, ne sendikal örgütlenmeden beklentisi olması bir anlamda “vazgeçmiş” olmasını anlatıyor. Öğrenilmiş çaresizliği artık politik açıdan da kullanabiliriz kanımca.
Bize çaresizliği öğreten bu ortama karşı ne yapmalı peki? Benim görüşüm, tam tersini yapalım çareyi yani ‘hayatı değiştirme umudunu’ birbirimize öğretelim hatta bulaştıralım. Bunun için araçlarımız var. Peki sizin önerileriniz neler?   

 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et