'Milletin (dinin) adamı': Suriyelilerin belalısı
Fotoğraf: Envato
Bölüm öğrencilerimle birlikte Irak işgalinden bu yana her yıl güncel sorunları öne çıkararak Adana’da halkın gelişmeleri nasıl algıladığını araştırıyoruz. Önce Irak, sonra Libya, Suriye krizleri, daha doğrusu Batı ülkeleri ile birlikte NATO üyesi Türkiye, müttefikleri Suudi Arabistan, Katar ve bilumum ittifak ülkelerinin bölgedeki saldırıları 12 yılı aştı, on yıllarca daha sürecek. Biz de kendi imkanlarımız dahilinde durumu anlamaya anlatmaya çalışıyoruz. 12-13 gün önce yaptığımız taramadan bazı sonuçlar paylaşmış, büyük ön yargıların olduğunu, bunun ayrımcılığa ve çatışmaya dönüşeceğini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışmıştık. Halkın yüzde 60’ı Suriyelilerle komşu olmak dahi istemiyordu. Gaziantep’te yaşanan olaylar son olmayacak, hatta daha ağırları yaşanabilir. Umarım o yönde gitmez.
Her işgal; göç, tecavüz, ölüm demek. İşgallerin en küçüğü bile soykırım demek, “düşmanın/hedef ülkenin” ele geçirilmesi, dize getirilmesi demek. İşgalin kendisi zaten en büyük tecavüz, tecavüzün ahlakı yoktur, öldürmenin ahlakı yoktur. Soykırımın vicdanı yoktur. İşgallerin tek ahlakı/normu korku salmak ve baş eğdirmektir ki bunun yolu; şiddet, tecavüz, aç bırakma, işkence, sürme, yok etmedir. Her işgal daha en başından insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Her işgal yüz binlerin, milyonların göçü ve ölümüdür.
Suç apaçıktır, ancak cezası/yaptırımı da yoktur.
İşgal suçları hiçbir zaman karşılık bulmaz, çünkü işin tabiatına aykırıdır, güçlü olan zaten işgal edendir, güçlü olanı yargılayacak bir Russell mahkemesi, bir insanlık mahkemesinin yargılama gücü varsa da yaptırım gücü yoktur. Yaptırımı olmayan bir yargılamanın pratik bir karşılığı yoktur.
ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya… BM’de veto hakkı olanlar zaten pratik ve potansiyel olarak işgal gücü olan ülkeler. BM’nin en büyük işgalci İngiltere ve ABD’ye karşı elle tutulur tek bir kararı yok, olamaz da, eşyanın tabiatına aykırı bir durum olur bu.
Her işgalin sözde sebebi ve görünür yüzü yoksullardır. Ölüm Gaziantep’e, Reyhanlı’ya, Akçakale’ye, Niğde’ye dayanmış durumda. Açlık, yokluk, yoksulluk ve hatta ölüm Suriye sınırlarını daha ilk günden aşmıştı, İşin en acı yanı ise yoksulla yoksul karşı karşıya kalıyor.
Güncel uğrağından sadece biri Gaziantep. Suriyeliler ev sahibinin kellesini alıyor. Daha sınırlardan başlayarak taciz ve tecavüz kırıla gidiyor. Resmi tecavüz ikinci eş şeklinde Akçakale’nin kara yazgısı olmuş durumda. Kadınlarla kadınlar düşmanlaşıyor.
Gaziantep’te yoksullarla yoksullar karşı karşıya, marjinal iş yapan toplumun en alt kesimi ile Suriyeli aç bitap göçmenler karşı karşıya, tarlalarda ırgatlar karşı karşıya, inşaatlarda işçilerle işçiler karşı karşıya, kiracılarla kiracılar, işsizlerle işsizler karşı karşıya.
Suriyeli mülteci avına çıkıyor yoksul delikanlılar. 14 yaralı, bıçaklar, sopalar…
Moore büyük G’yi (G/erçeği) görmeden sadece küçük g’ye (g/erçeğe) bakarak sonuç çıkarırsanız bütün savaşları “fakirlerin fakirlerle savaşı” diye okursunuz, diyordu.
Savaşlardan; büyük çoğunluğu aç bitap Suriyelilerin çektiği çilelerden; Gaziantepli, Adanalı, Kayserili, Şanlıurfalı yoksulların yoksulluklarından kimler sorumlu acaba?
“Milletin adamı” İslamcılık yapıyor. “millet” Kur’an’da 15 kez, AKP tüzüğünün Erdoğan imzalı sunu kısmında 15 kez geçiyor, Balkon konuşmasında 20’den fazla tekrarlandı. Diyanet mealinde 15 ayetteki millet ibarelerinin hepsi “din” diye tercüme edilmiş.
Yani “dinin adamı” salt Suriye’deki ölümlerden değil Türkiye’ye taşınan çatışmalardan da sorumlu.
Din buna cevaz verdiği için belki vicdan azabı da çekmiyor.
IŞİD ne savunuyorsa aşağı yukarı Erdoğan ve AKP de aynı söylem içinde. İkisine bağlı olanlar da “milletin adamı” durumunda.
Aydınlanmaya karşı, toplumculuğa karşı, vicdana karşı “neokonservatif” din iman artı para geçmiş durumda, yoksulları birbirine kırdırıyor; Gaziantepli ile Suriyeli birbirini kırıyor. Hepsi cins olarak insan. Hepsi aynı zamanda biziz. Ancak belli bir din veya mezhepçilik yapanlar, sınıfsal hareket edenler cinse, kavrama erişemiyor.
Biz bizi kırıyor; galibi, nemalananı, müsebbibi kim? Sandığa gitmeyenler mi?
- MEB’in başarısı muhteşem tıklanma rekoru: İnsanın iyi ki pandemi ve deprem olmuş diyesi geliyor 10 Ocak 2025 04:58
- 22 yıllık, 72 yıllık gerileme: MEB’in, AKP’nin, milli görüşün ‘Milli Maarif’ ve ‘MESEM’ başarısı 03 Ocak 2025 04:26
- Türkiye ve Suriye yüzyılı mütaşerik maarif ve rejim modeli 27 Aralık 2024 04:43
- İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine 13 Aralık 2024 04:40
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15