16 Ağustos 2014 00:53

Yüzümüzün karası

Yüzümüzün karası

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Otobüste, kahvede, yolda izde kulak misafiriyiz artık faşizmin; açıkça... Eğe büke söylenen; satır aralarında okunanlar Fırat’ın suyu gibi berrak.
“Dilenci, hırsız, katil, pis... Defolsunlar, gitsinler” denilen yüz binlerce savaş mağduru insan. En utangacının “Ama, onlar da...” diye başlayan cümleler kurduğu ırkçılık iklimi.
Sürek avına çıkmış eli sopalı sürüler; onlar hayatın içinde görünür oldukça ite kaka uzaklaştırmaya çalışan insaniyetsizlik.
Ne sadece Antep, ne sadece Urfa... Ülkenin dört bir yanında; zaten sicilimizin bozuk olduğu “Arap meselesi” ile sınanmaktayız. Daha doğrusu; Türk meselesi!
“Biliyorsunuz bu topraklarda ırkçılık olmaz, hiç olmadı” diye kendini avutan; o dillere destan Türk misafirperverliği var ya hani! Recep Tayyip Erdoğan’ın miting meydanlarında “Ensar” diye dini referanslarla yere göğe sığdıramadığı “İslam kardeşliği” ya da... Ve maalesef; çoğu kez “solcu”nun o müthiş hümanistliği... Ve hatta işçi sınıfının enternasyonalizmi!
Hepsi sınanıyor. İnsanlığımız sınanıyor. Daha da sınanacak.
Sınır ötesinden gelen her çocuk fotoğrafında sınanacak; yanı başımızdaki her sefalet karesinde sınanacak. Şiddeti, ölümü, tecavüzü, soykırımı görüyoruz, yaşıyoruz. Ve eski tüm benzerlerinden fazla biliyoruz. Gün be gün öğreniyoruz.
“Bilmiyorduk...” diyemeyeceğiz; “Görmedik” diyemeyeceğiz. Kimse diyemeyecek. Bu toprağın kadim halkları bu topraklarda yaşamıyor artık. “Ya sev ya terk et, ya da öl” diyen kaç tarih yaşadı şu güzel Anadolu... Kimi çok uzak tarih, kimi dün gibi. Bugün gibi.
Ne ders çıkardık? Ne öğrendik? Ne gördük?
Şimdi “suçun bireyselliği” ilkesini mi hatırlatalım; “Ama onlar da suç işledi” diyenlere... Üç saatte Şam’a giren iktidar zihniyetinin nesini anlatalım? Alın işte; başbakanlığın en güçlü adayı bu “zeka kırıntısı” bile içermeyen müthiş dış politikanın mimarı... O zihniyetin bakanı, şimdinin belediye başkanı, “Önceliğimiz vatandaşlarımız...” diyorsa insanlar saldırıya uğrarken... Kime, ne anlatacağız?
“Tarihsel olarak var olduğu” varsayılan Arap düşmanlığının izini sırf atasözlerinde mi sürelim? “Eziklik” ile “milli gurur”un birlikte yarattığı Arap düşmanlığının kaynağını hangi ideolojide arayalım?
“Dört bir yanımız düşmanlarla çevrili...” diyen o ders kitaplarının tümünü yaksak ne fayda artık? “İçimiz dört bir yanımıza düşmanlıkla dolu” olduktan sonra...
Hemen yanı başımızda yaşanandan ders alamadıysa; 40 yıldır yaşadığımız savaştan ders alamadıysa, tarihin tozlu yaprakları arasındaki onca katliamdan ders alamadıysa; ne kendine getirir ki bir toplumu... Gözü nasıl açılır; ya yüreği?
“Beşikler vermişim Nuh’a / Salıncaklar, hamaklar, / Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır, / Anadoluyum ben, / Tanıyor musun?” diyen şaire nasıl anlatacağız Anadolu’yu?
Çocuklarımız oynarken birbirine karışmıyorsa; göz yaşlarımız da karışmaz. Giderek daha az karışıyor işte. Nasıl çözeceğiz?
Yaşadıklarımızın müsebbibi iktidarın anmayı pek sevdiği “ensar”ın kenti Medine’nin sözleşmesi mi deva olacak? Yoksa “İnsanları birbirine düşüren hangi Tanrı?” diye soran Homeros’un destanları mı? Yoksa, milliyetçiliğin ve gericiliğin tüm dünyada kanla yarattığı nefret denizinde mi boğulacak insanlık? Bir kez daha?
Nefret ve çatışma işçilerin arasına kadar indiyse, tezgah başlarındaysa artık; insanlığın o en büyük düşüne sarılacağız: “...Milliyetçilik işçi sınıfına düşmandır. Çünkü işçi sınıfı, ulusal sınırlarla sınırlı bir sınıf değildir. Her milliyetten, her din ve mezhepten işçiler, aslında tek bir dünya işçi sınıfının parçasıdır ve çıkarları da düşmanları da ortaktır.” (*)
Aydın Çubukçu’nun Hayat Dergi’de bu ay aktardığı bir anekdotla bitirelim. İktidarla geriliminden ötürü geçinmek için kömürcülük yapan Yazar Süleyman Nazif’in söylediği cümleyle: “Bu savaştan hepimiz yüzümüzün karasıyla çıkacağız. Hiç değilse benimki kömür karası olsun.”

* Emek Partisi Antep İl Örgütünün tehlikeyi önceden görüp bir aydır işçilere dağıttığı bildiriden...

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa