18 Ağustos 2014

Güredeyim.
Kaz Dağı’nın ya da eski çağdaki adıyla İda Dağı’nın güney eteğinde...
Suyun Anadolu’da en son biteceği yörede. Sanırım burada olmayı seçişim de bu yüzden.
Çünkü ortak akla inancım zayıflıyor mu ne?

Kötümser mi konuşuyorum?
Hayır! Haftalardır İstanbul’da suyun biteceği konuşulmuyor mu?
Planlama önceden yapılır. Temel özelliğidir önceden yapılması.
Suyun biteceği bir kaç ay önceden anlaşılmaz. Yıllar önceden bunun önlemi alınır.
Kimi kez bu önlemler doğal davranışlara dönüşür.
Nasıl mı?
Örneğin İstanbul’da her eve bir sarnıç yapılırdı eskiden. Uzmanlarına göre bu deprem için de bir önlemdi. Ama asıl susuzluk durumuna karşı kuyunun yanında bu da bir önlemdi. Yağmurun damlası boşa harcanmazdı.
Şimdi Üsküdar alanı denizle birleşiyor, neredeyse göl oluyor. Yağmur suları denize akıp gidiyor.
Bir başka örneği, bildiğimce Londra kenti veriyor.
Orada her yapının, içinde yaşayan insan sayısına göre, tepesinde su deposu yapmak zorunluluğu var. Ne olur ne olmaz...
Oysa bugün biz İstanbul’da susuz kalmaktan konuşuyoruz haftalardır.
Bu bir planlama işidir deyişim haksız mı? Hangi çağda yaşıyoruz?

Bir baba olarak kuşkular içindeyim... Çocuklarım savaş görmeden yaşayabilecekler mi? Çocuklarım aç susuz kalmadan yaşamlarını sürdürebilecekler mi?

Altı yıl Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği başkanlığı yaptım. En önemli tasalarımdan biri Midilli gibi kimi adaların susuzluktan ötürü bir gün Anadolu’ya sığınmak ya da saldırmak zorunda kalmalarıydı.

Homer’in deyişiyle bin pınarlı İda Dağı’nın, bizim yanlış izlencelerimizle bir gün susuz kalabileceğini bir düşünün.
Çevremdeki gençlerle işte bunları tartışmak için buralardayım.
Onlara zeytinin bizim için ne anlam taşıdığını duyumsatmak için buralardayım.
Kıyılarda insanlar göbeklerini sarkıtmışlar okey oynuyorlar, sabahtan akşama dek...
Demek ki birilerinin de suyu, altını, zeytini dert edinmeleri gerekiyor.

Evrensel'i Takip Et