Hint ideolojisi
Fotoğraf: Envato
New Left Review dergisinin eski editörü ve Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi tarih bölümü öğretim üyesi Perry Anderson, Marx’ın ünlü eserine atıfla kaleme aldığı Hint İdeolojisi kitabında Hint milliyetçiliğinin temel varsayımlarını eleştiriyor ve bu varsayımları sorgulamayan solun ülkede güç kazanamayacağını öne sürüyor. Bu varsayımları üç ana başlıkta toplamak mümkün: Hindistan’ın birliği, laiklik ve demokrasi. Anderson, modernlik öncesinde Hindistan’ın hiçbir zaman siyasi ya da kültürel bir birlik oluşturmadığına dikkat çekiyor. Hindistan fikri yerel değil, Avrupalı bir icattı ve İngiliz sömürge yönetiminin Güney Asya’yı altyapısal, hukuki ve kültürel politikalar aracılığıyla idari ve ideolojik olarak bütünleştirmesiyle düşünceden eyleme geçti. Hindistan’ın bağımsızlığını sağlayan ve yıllarca tek parti olarak yöneten Kongre Partisi, sömürgenin özyönetimini amaçlayan İngiliz kültürüyle yetişmiş bir grup avukat tarafından 1880’de kuruldu. Hintli elitlerin siyasi hareketi olarak başlayan Kongrenin bir sokak hareketine dönüşmesi, Gandhi sayesinde gerçekleşti. Anderson Batı’da yaygın olan kategorik olarak şiddet karşıtı bir Doğu bilgesi Gandhi imajını Hint ideolojisinin temel bir unsuru olarak eleştiriyor. Anderson, Gandhi’yi Hint milliyetçiliğini ve dolayısıyla ulusal kimliğini Hindu diniyle yoğurmasından ötürü eleştiriyor ve bu Hint-Hindu kimliğinin (tıpkı Türk-Sünni kimliği gibi) sayısız insanın hayatını kaybettiği pogrom ve çatışmalardan sorumlu olduğunu iddia ediyor. Kişisel olarak dinler arası eşitliğe inansa da, Gandhi’nin Hinduizmin Hindistan’ın yerel ve tarihsel - yani ulusal - dini olarak tanımlanması daha kozmopolit görülen Budizm ve İslam’a karşı siyasi tavrı da belirliyor. Anderson, Gandhi’nin Ruskin ve Tolstoy’dan esinlendiği şiddet karşıtlığının tutarlı olmadığına ve zaman zaman şiddeti meşru bulduğuna, kast sistemini savunduğuna, Dokunulmazların kendi siyasi özerkliğini kazanmalarına yol açacak seçim reformuna karşı açlık grevi yaptığına, özel mülkiyeti temel alıp sınıf mücadelesini reddettiğine ve hatta Hitler’i öven sözlerine vurgu yaparak liderin farklı bir portresini çiziyor.
Gandhi tipi “Hint-Hindu sentezinin”, Hindistan’ın laiklik ve demokrasi iddiaları için ciddi sonuçları var. 1930’lardan itibaren etkili hale gelen genç kuşak, 1945’te Kongrenin yönetimini ele geçirmişti. Gandhi’yle bir baba-oğul ilişkisi kuran Nehru, tamamen laik bir siyasetçi olmasına rağmen dinin ulus inşasındaki araçsal önemini kavramıştı – tıpkı cumhuriyeti kuran Kemalist kadrolar gibi. Anderson, Nehru’nun kast sistemini “her grubun içinde demokratik adetleri canlı tutan” ve “rekabetçi ve mülkiyetçi olmayan bir toplumsal düzen” olarak savunmasının sadece taktik bir tavır olarak değerlendirilmeyeceğini iddia ediyor. Hindistan bağımsızlığına kavuşurken Pakistan’la yaşanan ayrışmanın, hem bu din temelli milliyetçilik hem de Kongrenin iktidar tekelini elinde bulundurduğu bölünmüş bir ülkeyi, gücü Müslüman Ligi’yle paylaşmak zorunda olduğu bölünmemiş bir ülkeye tercih etmesinden kaynaklı olduğunu ileri sürüyor. Ancak bu tercihin sonuçları ağır olacaktı. Nispeten kansız bir bağımsızlık mücadelesi, modern zamanların en ağır çatışmasının yaşandığı bir bölünmeyle sonuçlandı. Gerçek rakamlar hiçbir zaman bilinemeyecek ancak 1 milyonun üstünde insanın öldüğü, 12-18 milyon insanın göç etmek zorunda olduğu tahmin ediliyor.
Bugün iktidara gelmiş olan, Hindu milliyetçiliği ve Müslümanlara yönelik pogromlardaki rolü nedeniyle kaygı uyandıran Hindistan Halk (Bharatiya Janata) Partisi’nin aslında Kongrenin kuruluştaki tercihlerin bir sonucu olduğunu unutmamak gerek. Anderson, Türkiye tarihi açısından da düşünülmesi gereken noktaları vurguluyor: Hint ideolojisinin doğal kabul ettiği ama aslında İngiliz sömürge idaresinin sınırlarından oluşan milli birlik, büyük bir şiddet sonucunda kuruldu. Seçimlerin ve partilerin varlığı nedeniyle dünyanın en kalabalık demokrasisi kabul edilen ülkede aslında kast sitemi gibi büyük toplumsal eşitsizlikler ve muhalefeti hedef alan bir derin devlet yapılanması oluştu. Görünürde laik olan devlet ise gerçekte her zaman Hindu dinini ulus inşasının temel taşı olarak değerlendirdi, diğer din ve mezheplere yönelik ayrımcılık hep yeniden üretildi.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22