19 Ağustos 2014 00:47

‘İstişare’ ede ede dayatma!

‘İstişare’ ede ede dayatma!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Önce Cumhurbaşkanı Gül, cumhurbaşkanlığı adaylığından düşürüldü sonra da AKP’nin başına geçme ve en azından ilk seçimlerinden sonra Başbakan olmasının önü kesildi.
Burada yöntem “istişare”ydi.
Başbakan Erdoğan adım adım kendisini “cumhurbaşkanı adayı” olarak partinin tek seçeneği haline getirirken, Gül ve öteki AKP ileri gelenlerini “İstişare yapıyoruz. Hele bu istişareler sona ersin sonra biz Gül kardeşimle aramızda oturup konuşuruz …” diyerek iki ay boyunca basını, kamuoyunu oyaladı.
“İstişare” bittiğinde ise zaten artık Gül için “Oturup konuşulacak bir şey” kalmamıştı; “Ya emekliliğini istemek ya da Erdoğan’a bayrak açmak kalmıştı! Ve Gül hâlâ bu noktadadır. Ve her geçen gün de Erdoğan, Gül’ün etrafındaki çemberi daraltmakta, onun “AKP’nin Kayseri il Başkanlığını” bile yapamayacağı bir köşeye itmektedir. Ki; şimdi bu ”istişare” oyunu, ”Başbakan kim olacak?​” süreci için de işletilmektedir.
Oysa haftalardır herkes bilmektedir ki Başbakanın kafasındaki isim Ahmet Davutoğlu’dur. Ama Başbakan Erdoğan, “İstişare sürüyor” diyerek, kendi adayı yokmuş da bu aday istişareden sonra partinin çoğunluğunca kim işaret edilse onu başbakan adayı yapacakmış gibi davranmaya devam ediyor. Ve tabii bu arada Arınç’ı saymazsak, kabinedeki son Gülcü olan Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ı da tasfiye etmek için “istişare süreci” (*) işletiliyor.
Peki bu “istişare süreci”ni Başbakan Erdoğan nasıl kullanıyor?  
“İstişare”nin Türkçe karşılığı “danışma” demek.
“Danışma” sözlük anlamı dikkate alındığında “nötr” bir davranışa karşılık geliyor. Yani “danışma” demek, birisinin, bir kurumun, bir fikri oluşturmak için “uzman” ya da “yetkili”, “ilgili” kimi kişi ve çevrelerden fikir sormasıdır. Sonuçta kararı fikir soran verecektir.
Bu elbette her politik çevre için olabilecek bir şey. Ama Erdoğan “danışma” demek yerine “istişare” diyerek daha tumturaklı bir sözcüğü tercih ederek onu sanki partiler için demokratik (biraz da gizemli) mekanizma işletilmesi olarak sunmaktadır. Oysa “istişare” ile parti içi demokrasinin bir ilgisi yoktur. Nitekim krallar da en kanlı diktatörler de etraflarına danışırlar. Kenan Evren bile kendine bir “Danışma Meclisi” kurmamış mıydı?
Elbette her partide “danışma kurulları” olabilir, “danışmanlar” olabilir, yöneticiler bu kurullardan fikirler alırlar. Ama AKP’de Erdoğan’ın yaptığı, kendi fikrini dayatmak için “istişare”yi kullanmaktır. Bu yüzden de bu tür durumlarda demokratik olan “istişare” değil, “oylama” ve “seçim”dir.
Erdoğan ne yapıyor?
“İstişare yapıyorum” diye milletvekillerini bir salona toplayıp ne yapmaları gerektiğini kamuoyu önünde yüksek perdeden ilan ediyor. Sonra da onları grup grup “ikna odalarına” alıyor ve kendi fikri neyse onu tek taraflı olarak dayatıp; “Hadi siz de kendi fikrinizi söyleyin de görelim kilonuz ne kadar çekiyor?​” demeye gelen bir “ikna süreci” işletiyor. Sonra il başkanlarını toplayıp sadece kendi konuşuyor, kendi fikrini tek, tartışılmaz fikir olarak dayatıyor! Yetmezse partili belediye başkanlarını, o da yetmezse kadın kollarını, gençlik kollarını toplayıp dağarcığında ne varsa onu, dünyanın tartışılmaz doğrularıymış gibi esip yağdırıyor…
Böylece “istişare süreci” tamamlanıyor ve Erdoğan’ın isteği parti iradesi olarak ilan ediliyor!
Ve ne zaman Erdoğan’ın parti içindeki ve dışındaki “tek adam”lığından despotik yönetim kurma hayallerinden söz etsek dönüp dolaşıp, 20. yüzyılda emperyalizmin en önemli ve en gerici sözcülerinden, demokrasiyle de sadece alay etmek için ilgilenen Winston Churchull’in o ünlü sözüne geliyoruz: “Eğer benim en başta söylediğim kabul edilecekse her tür tartışmaya açığım!”
Erdoğan da öyle; ta baştan aklında olanı parti iradesiymiş gibi göstermek için “istişare” dediği oyunu sahneliyor; kendi aklındakini sanki partinin kolektif iradesinin ürünüymüş gibi gösteriyor.
Bu AKP’nin demokrasi kültürsüzlüğü, siyasi bir partiden çok  ticari firma olma özellikleriyle birleşince, oyları 20 milyona dayanan koca AKP sırdan bir “lider partisi”ne dönüştürülmektedir.
Ancak bu tür “lider partileri”nin, liderin bir biçimde siyasetin dışına düşmesiyle dağıldığının da siyaset tarihinde sayısız örnekleri var. Erdoğan’ın korkusu ve telaşı da bunu bilmesindendir. Ama AKP için dağılma süreci başlamıştır ve korkunun ecele faydası yoktur. “Lider yükselirken” partisi aşağıya doğru yuvarlanmaya başlayacaktır.
10 Ağustos seçiminin verileri de AKP’nin Erdoğan tarafından oturtulduğu “tek gidişli yol” da bunu göstermektedir.

(*) Eğer Babacan, Davutoğlu kabinesinde kalırsa bunun tek nedeni uluslararası derecelendirme kuruluşlarının tepkilerinden çekinmeleri olacak!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa