‘Heykel’in gösterdiği derin çelişki!
Fotoğraf: Envato
Önceki gün Diyarbakır Lice’de yine askerler kitleye ateş açtı; yine insanlar öldü, yaralandı!
Yetkili makamlardan yine benzer açıklamalar yapıldı: “Askere ateş açıldı, anında yanıt verildi!”
Sanki “Anında yanıt vermek” ve bir kişiyi öldürmek “pek önemli bir marifet”, “yüksek bir erdem”miş gibi!
Bundan 14 ay önce, yine Lice’de Medeni Yıldırım öldürüldüğünde de benzer biçimde, “kalekol” inşaatına karşı çıkan halk “terörist” olarak görülmüş, jandarma; inşaatı protesto eden halka ateş açmış, Medeni Yıldırım’ı öldürmüştü.
Şimdi gerekçe, PKK gerillalarının mezarlarının olduğu mezarlığa Mahsum Korkmaz’ın heykelinin dikilmiş olması.
Mahsum Korkmaz, 1986’da Gabar Dağlarında askerlerle girilen çatışmada öldürülen PKK kurucusu ve “Kürdistan özgürlük mücadelesinin sembolü” bir komutandı. Lice halkı, onun anısına mezarlığa bir heykelini dikmişti. Ve bu anıt-heykelin açılışı da PKK'nin atılım olarak kutladığı 15 Ağustos’un 30. yılında yapılmıştı. Ama ırkçı şoven medya ve siyasi çevreler, halkın bu anma girişimini “Vay teröristin heykeli de dikildi!” yaygarasıyla karşıladı. Ve daha ne oluyor ne bitiyor, o bile anlaşılmadan valiliğin başvurusu üzerine alelacele toplanan Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi, yıldırım hızıyla, Mahsum Korkmaz’ın heykelinin kaldırılmasına karar verdi. Bu kararı alan askerler de ertesi güne bile bırakmadan, sabahın ilk ışıklarıyla kararı uygulayıp heykeli kaldırdılar. Ve tabii, o malum 1990’larda, öldürülen gerillaların cesetlerinin üstüne basıp verdikleri pozları, bu sefer Mahsum Korkmaz’ın heykelinin başına basarak verdiler. Ve bu açıkça kışkırtıcı görüntüleri de sosyal medyada paylaştılar!
Yetinmediler, anıt-heykelin yıkılmasını protesto eden halka ateş açan askerler, Mehdin Taşkın’ı da öldürdüler.
İlk bakışta, “Hükümet haklı, bir teröristin heykelinin dikilmesi nasıl görmezden gelinebilir?” diye düşünülebilir. Ama bu da yanıltıcı olur. Çünkü her şeyden önce heykeli dikenler Lice halkı ve sadece Lice halkı da değil tüm bölge halkı ve batıda yaşayan Kürtlerin de büyük çoğunluğu (Türk kökenli ilericilerin, demokratlar ve aydınların da önemli bir bölümü) heykeli dikilen Mahsum Korkmaz’ı terörist olarak görmüyorlar. Tersine bu azımsanmayacak bir nüfusa karşılık gelen kesimler Mahsum Korkmaz’ı bir halk kahramanı, Kürt halkının kurtuluşu için hayatını vermiş bir devrimci olarak görüyorlar. Tıpkı Türk kökenli ilerici demokrat çevrelerin, aydınların Deniz Gezmiş’i, Mahir Çayan’ı, İbrahim Kaypakkaya’yı gördükleri gibi!
Ve dahası, 20 aydan beri Hükümet, “Kürt sorununa barışçıl bir çözüm bulmak” iddiasıyla PKK Lideri Abdullah Öcalan ve heykelini yıktığı Mahsum Korkmaz’ın silah arkadaşı olan PKK yöneticileriyle, artık yasal bir zemine de kavuşturduğu müzakereyi sürdürüyor.
Hal böyle olunca, Mahsum Korkmaz için “O bir terörist. Onun heykelinin dikilmesine nasıl izin verilebilir?” sorusu da bu sorunun içindeki yanıt da en hafifinden “anlaşılır” da “anlamlı” da olmuyor. Tersine Hükümetin görüşme yaptığı, devasa Kürt sorununa birlikte çözüm aradığı örgütün “sembol bir kahraman” gördüğü kişinin heykelini, mahkemenin kararlı bir askeri operasyonla yıkması derin bir çelişki teşkil ediyor.
Kuşkusuz ki burada asıl sorun; fiiliyatta Kürt sorununun çözümünde tek dayanak olarak görülen KCK-Öcalan cenahını, Hükümetin, gerçekte Kürt sorununun çözümün meşru bir tarafı değil Kürt sorununun çözümünün bir engeli olarak görmeye devam etmesidir. Daha kısaca söylersek Hükümet, içinden geçilen “çözüm sürecini”, Kürt siyasi güçlerinin tasfiyesi ya da bölünerek güçsüzleştirilmesi süreci olarak ele almaktadır.
Heykelin yıkılması, bu derin çelişkiyi bir kez daha gözler önüne sermiştir. Nitekim Hükümet, heykelin yıkılmasını değil yapılmış olmasını bir provokasyon, “Kürt siyasi güçleri içinde barış sürecini sabote etmek isteyenlerin bir girişimi” olarak göstererek, Kürtlerin içinde bir bölünme yaratma vesilesi olarak değerlendirmeye çalışmaktadır.
Şu açık ki, bu hem Öcalan ve Kandil’le görüşmeleri sürdürmek hem de “PKK, KCK terör örgütüdür” edebiyatını sürdürmek daha uzun zaman olanaklı değildir. Bu yaman çelişki, Hükümeti ya KCK ve Kürt siyasi güçlerini sorunun meşru tarafı olarak kabul etmeye ya da müzakere sürecini çökertmeye zorlayacaktır. Ki, eğer müzakere süreci çökerse, bunun sorumlusu milliyetçi-şoven güçleri okşamak için süreci provokasyonlara açık tutan Hükümet olacaktır.
Hele de bugün ABD’nin PKK’yi terörist örgütler listesinden çıkarmak için girişimler yaptığı, PKK’ye bağlı güçlerin sadece Kürtler için değil bölge halkları için de artık “kurtarıcı” olarak görülmeye başlandığı koşullarda, IŞİD’e terörist diyemeyen AKP Hükümetinin PKK’ye terörist demeye devam etmesi, PKK önderlerinin heykellerini yıktırmasının açıklanabilir ve kabul edilebilir bir yanı yoktur!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00