İnşaat ya resulullah!
Türkiye’de ekonomik göstergelere bakıldığında gözlenen büyümenin, aslında üretime dayalı olmayan bir durum olduğu defalarca yazıldı. AKP’de cisimlenen günümüzün “neoliberal muhafazakar devleti” ekonomik kalkınma stratejisi olarak “inşaat”ı seçti. Memleketi kocaman bir şantiyeye dönüştüren bu durumu çok güzel özetliyorlar: İnşaat Ya Resulallah!
Mecidiyeköy’deki gökdelen inşaatında 10 işçinin asansörün 32. katından düşerek can vermesi hepimizin yüreğini bir kez daha yaktı. Suçlu kim, inşaat firması mı asansör firması tartışmaları süredursun bizim açımızdan esas sorumlu memleketi şantiyeye dönüştüren, sermayeye inşaat üzerinden yeni bir kapı açan AKP zihniyetidir.
Türkiye’de inşaat sektörü nasıl büyüdü, hatırlayalım. Kentsel dönüşüm projeleri ile kent merkezlerini rant haline getirdiler, buralarda yaşayanları kentin dışına atıp yerlerine iş merkezleri, AVM’ler yaptılar. Buna da kentlerin soylulaştırılması dediler.
TOKİ aracılığıyla 600 binden fazla yeni konut yaptılar, dere yatağı, heyelan bölgesi demeden her yerde TOKİ konutları yükseldi. TOKİ’nin taşeronu inşaat şirketleri, elektrik tesisatçıları vb. mantar gibi türedi.
Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi ile ilgili düzenleme yaptılar. Özellikle İstanbul’da düzenli yerleşim alanı olarak yapılmış bölgelerde binaların yıkılıp yerlerine yenilerine yapılması gündeme geldi, buradan da inşaatçılara yeni bir kapı açılmış oldu.
Duble yol, 3. köprü, otoyollar, tüneller, tüp geçitler derken kamusal hizmet adı altında yeni faaliyet alanları açıldı.
Hükümetin bu icraatları, inşaat iş kolunun devasa büyük inşaat firmalarını ve bunların çeperinde kendine yer bulan küçük firmaları yarattı. İnşaat iş kolundaki, ölümleri, yaralanmaları, hak gasplarını, emek sömürüsünü bu manzaradan ayrı düşünemeyiz, düşünmemeliyiz.
İnşaat alanındaki emeğe daha yakından baktığımızda şunları görüyoruz: 2004 yılında yani AKP’nin yönetime geldiği ilk yıllarda inşaat iş kolunda çalışanlar tüm çalışanların yüzde 4.9’unu oluşturuyordu, oysa bugün yüzde 7.1’e çıkmış durumda. Son yıllara ait veriler yaklaşık 1 milyon 800 bin kişinin inşaatlarda çalıştığını, bunun yüzde 55’inin kayıt dışı olduğunu söylüyor.
İnşaat iş kolu özelleştirmenin en fazla olduğu sektörlerden biridir. 2000 yılından 2008’e gelindiğinde inşaat alanında kamu sektöründe çalışan sayısı yüzde 52 yani yarıya azalırken özel sektörde yüzde 17 artmış durumda. Bu durum taşeronlaşmaya da işaret ediyor.
SGK’nın 2012 yılına ait verilerine göre, bina inşaatında 10 daha az çalışanı olan 95 bin işyeri varken, 10 ve daha fazla çalışanı olan 22 bin işyeri vardır. Bin işçiden fazla çalışanı olan inşaat şirketi sayısı ise 27’dir.
Ağır ve tehlikeli işler kapsamına giren inşaat alanında yaşanan kazalar beklendiği gibi daha öldürücüdür. Yaşanan her 1000 iş kazasında 56 kişi ölüyor. Burada hatırlatılması gereken bir durum da, 1999 yılında her 1000 iş kazasında 40 ölüm olurken 2006’ya geldiğimizde bu sayının 56’ya, 2010’da ise 74’e çıkmasıdır. Yani inşaatta çalışmak, giderek daha ölümcül bir hal almaktadır.
İnşaat işi uzun çalışma sürelerinin olduğu bir iştir. Çalışanların yüzde 53’ü haftada 50 saatten daha uzun çalışır. İnşaat iş kolu örgütlenmenin en az olduğu alanlardan biridir. Sendikal örgütlenme yok denecek kadar azdır, 2013 yılında yüzde 2.3 olarak bildirilmektedir.
Tüm bunlar inşaat iş kolunda emek sömürüsünün ne kadar büyük olduğunu rakamları ile gözler önüne seriyor.
Her gün en az 3 işçinin sessiz sedasız öldüğü ülkemizde işçi olmak tehlikeli, yaşama kasteden bir şeydir. Devletin inşaat sermayedarlarına “Yürü ya kulum!” dediği bir ortamda, muktedirler bu berbat çalışma koşullarını toplumun algısında normalleştirmeye çalışıyorlar. İş kazasının işçinin “fıtrat”ında olması, iş kazasında ölenlerin “şehit” olması gibi toplumsal ikna yaratma söylemlerini işitiyoruz. En son olayda da inşaat şirketin sahibinin olayı “sektörel vakalar” olarak açıklaması gibi.
Bir de “işçi kardeşlerimiz” söylemi var ki bu da insanı çileden çıkartıyor. Soma faciasında Bakan Taner Yıldız’ın sayısızca, her açıklamasında söylediği “işçi kardeşlerimiz” lafını dün de Vali Mutlu’dan bir kez daha duyduk. Oysa biz de onlar da çok iyi biliyoruz ki iktidarın kardeşi işçiler değil sermayedarlardır, Reza Zarrab, Ali Ağaoğlu, Aziz Torun vd.dir. Bunun için ölen işçiler için toplanan kalabalığa polisi saldırtırlar, olay yerini kuşatma altına alarak korurlar, bunun için iş cinayeti dosyalarını kapatırlar, iş kazasının sorumlusunu işçinin sorumsuz hareketleri olarak ilan ederler.
Olayın diğer boyutu da “istihdam yaratmak” yalanıdır. Bugün inşaat sektörünün istihdam yarattığı, insanların bu sayede evlerine ekmek götürdüğü söylemi, yaşanan bu sömürünün kılıfıdır. Verilen ücret çoğunlukla 900 TL, yani asgari ücrettir. Kaldı ki, maaşını alamayan işçilerinin yaptıkları eylemleri hemen her gün duyuyoruz. Üç ay, beş ay, dokuz ay maaşı ödenmeyen inşaat işçileri… İnşa ettikleri AVM’nin çatısına çıkmış, rezidans inşaatında vince çıkmış… Bunları her gün okuyoruz. İşçilerin ücretini ödemeyen şirketleri de ekonomik sıkıntı içinde küçük firmalar olarak düşünmeyin.
Ortada büyük bir sömürü ve bunun iş birlikçileri var, bunları görelim, unutmayalım, birbirimize hatırlatalım ve bunlarla mücadele edelim.
Evrensel'i Takip Et