10 Eylül 2014

Bu yazı geçen haftaki yazının \'tekzibi\' niteliğindedir

Anayasa’yı korumakla görevli Cumhurbaşkanının anayasayı bizzat çiğnemesi bir anlamda darbe anlamına gelmekteydi. Zaten anayasal rejim uzun bir süredir yok edilmişti, Başimamlıktan Cumimamlığa “terfi” eden kişi, illegal yollardan her bir şeye tek başına karar vermekte, bu duruma hiç kimse ses etmemekteydi.
Dayanamadım bir kampanya başlatmak istedim.
Kampanyayı başlatmamda Vezir-i Azam Davutoğlu’nun “restorasyon”dan söz etmesi, Osmanlı’nın bu coğrafyada yeniden ve güçlü biçimde hayat bulmasını amaçladığını utanmadan, sıkılmadan, çekinmeden söylemesi, “Osmanlı’yı sil baştan inşa edeceğim” demesi de etki etmişti.

BİR EYLEM BİÇİMİ

İktidar fevkalade karanlığın kararlılığı içindeydi, mutlaka bir eylem biçimi edinilmeliydi.
Laik, demokratik Cumhuriyet’in doksan yıllık geçmişine “hodri meydan” denilirken; milli eğitim de, kültür-sanat da bu modele uygun olarak biçimlendirilmekteydi.
Ahhh ki ahhh!
Halklarım sürekli esnemekteydi.
Hep birlikte gördük, cumhuriyet rejimi hedef tahtasının odağına yerleştirilmişti.
Adaletsizlik artık iyiden iyiye “vaka-ı adiye”denleştirildi.  
Bu ortamda, muhalefetin anası da babası da başarıya doğru yol alan AKP faşizminin darbe girişimi karşısında silkinemedi.
Yaşananlar, aydınları da umutsuzluğa gark etti, sanatçılar topluma umut şırınga edemedi.  
Ekim ayı itibariyle meydanlara çıkalım: “Burada topraklarda biz de varız” diye bağıralım önerisi aklıma geldi.  

ÇAĞDIŞI UYGULAMALARA “DUR” DEMEK İÇİN

Laik, demokratik doksan yıllık cumhuriyeti tarihe gömmek, hilafeti geri getirmek isteyenlerin karşısına, 25. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçilmesi için 14 Haziran 2015 günü yapılacak genel seçimlerde halkları meydanlara çıkarmayı önerdim.  
Halklarımızı, içinde çırpındıkları “gerçek olan” kötü koşulların değişimine inandırmayı kafamda programladım.
 Demokrasiyi, kültürü, sanatı, uygarlığı iktidara taşımak için tekniği ve stratejileriyle insanlara özlemini duydukları hayatların “gerçekleşebilme ihtimali”ni amaçladım.

CHP’NİN KURULTAYI İŞİ MAHVETTİ

Gel gelelim, ne zaman ki Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayını izledim, sonucunu aldım, kampanyadan cayma “temayülünü” yaşadım.
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu 1181 delegeden 740’ının oyunu alırken kendisini aday gösteren 944 delegeden 204’ünin oyunu avlayamamasına şaştım kaldım.  
CHP’de bir şeyin yerinden oynamayacağını anladım.
CHP’de yeni iktidarın 6 Ok’unu yeniden yorumlayamayacağını, günümüzde anlamı kalmamış mısır püskülü kuralları rafa kaldıramayacağını, partiyi tökezletenleri kapıya koyamayacağını, doğru ve dürüst bir program yapamayacağını kavradım.
AKP iktidarı, gitgide pervasızlaşarak karşı devrimini tamamlarken, “Dindar nesiller yetiştirmek” hedefine giderek ulaşırken onları dizginlemenin, durdurmanın ve iktidarını sonlandırmanın yolu seçmen desteğini AKP’nin önüne geçirecek bir muhalefetin mümkün olamayacağına inandım.

10 EMEKÇİ CİNAYETİ

Derken, geçen cumartesi günü İstanbul Mecidiyeköy’de bulunan Torun Center adlı rezidans inşaatında 10 emekçimizi yitirdik.
İstanbul’un göbeğinde, eski Ali Sami Yen stadının bulunduğu arazide yapılan inşaatta çalışan işçileri asansörün yere çakılması sonucu kaybettik.
Televizyon kanallarında izledim, inşaatta çalışan işçilerin ve İstanbulluların öfkesine karşı Vali gene çevik kuvvet polisini emekçinin, ahalinin karşısına dikti, Toma’larını getirdi, kendisi arka kapıdan tüydü gitti.
Haaa… Gitmeden önce: “Asansörde işçilerle birlikte inşaat malzemeleri taşınıyormuş” dedi, ama bunun işler hızlansın diye patronların baskısıyla yapıldığını söylemekten çekindi.
Bu arada, bir de ne öğreneyim?
Amanın gııı..
İnşaatın sahibi Cumimam’ın imam hatipten sınıf arkadaşı değil miymiş?
Şirket daha ilk ağızda aklandı, gözaltına alınan sorumlu falan olmadı. “İşçilerin tedbirsizliği” lafı yetkili ağızlarda çiğnenmeye başladı. Tıpkı Soma’da ve diğer yüzlerce iş cinayetinde yazılan senaryonun çekimine anında başlanıldı.
Emekçiler, İstanbul’un göbeğindeki bu dev inşaatın hiçbir şekilde denetlenmediğini apaçık söyledi.

ÇÖZÜM

Esasen, Danıştay tarafından kaçak olduğu yönünde karar alınan Atatürk Orman Çiftliği içinde yükselen “Diktatörlük Sarayı” inşaatında da emekçiler ölmekteydi.  
Olayların hiçbirinin faillerinin asla bulunamayacağı inancı içinde (Yanılırsam özür dilemeyi bilirim) “Başka çaren kalmadı be insancıklarım, haydi artık meydanlara çıkalım, coşalım, konuşalım, anlatalım” kampanyasından bir sonuç çıkmayacağı inancıyla kampanyaya kampana çaldım, tamamen caydım.
Saygın bir dostum, tarihte demokrasiyi kullanarak iktidara gelen totaliter parti örneklerini verince ve de demokratik yollarla, yani seçimle defolup gitmiş hiçbir diktatörün bulunmadığının altını çizince, demokrasinin ve seçimlerin mendeburlar için amaç değil, sadece araç olduğu gerçeğinin fotoğrafını çekince…
Çözümün seçimde, sandıkta, trafo kedilerinin kuyruğunda, iktidarın arka bahçesi sendikalarda falan değil emekçilerin, aydınların, sanatçıların, halkların eyleminde olduğunda karar kıldım.
Yani sözün özü…
Zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz bir şey yok, oysa kazanacağınız bir dünya var be kardeş.
Anladın sen son sözü, benim başımı şimdiden belaya sokma!
Emeğine kurban, çözüm nerede anladın sen onu değil mi kardeş?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et