Nasıl bir eğitim ve nasıl bir üniversite?
Konuya geçmeden önce Şişli’de katledilen işçilerin ve Kürt coğrafyasında paralı katillerce katledilenlerin ailelerine başsağlığı dilemek ve DTK’nin (Demokratik Toplum Kongresi) yeni yöneticilerini selamlamak istiyorum. Ayrıca, 6-7 Eylül’de İstanbul’da ‘özel harpçi derin güçlerin’ Türk ve Müslüman olmayan vatandaşlara yönelik yağma, talan ve katliamını kınıyorum.
Başlıkta yer alan soruların cevabı aslında insanlaşma süreciyle çok yakından ilintilidir. Türkiye’de bu süreç 1924 Anayasası’ndan hemen sonra sık sık kesintiye uğratılmış ve doğal mecrasından uzaklaştırılmıştır. Bu kesinti ve uzaklaştırma, toplumun kimyasını bozmak yoluyla eğitim ve araştırma faaliyetlerinin ‘resmi ideolojiye’ uygun olarak formatlanmasıyla sonuçlanmıştır.
‘Resmi ideoloji’ye hizmet etmeyen her düşünce yasaklanmış ve yok edilmeye çalışılmıştır. ‘Resmi ideoloji’ye hizmette kusur eden her kişi vatan haini ilan edilmiş ve ölünce/öldürülünceye kadar kara listeye alınmıştır. Böylece yerelden evrensele giden köprü yıkılarak tarih ve toplum bilinci felç edilmiştir. Sünni/Hanefi, ve Türk milliyetçisi olmayan vatandaşlar ‘makbul’ sayılmamıştır.
Hal böyle olunca eğitim sistemi ve üniversiteler de bu çerçeveye sığdırılmaya çalışılmıştır. “Her türlü düşünce, araştırma, yayın, faaliyet yapılabilir fakat vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü bozmamak kaydıyla” zihniyeti her türlü bilimsel üretimin ve özgür, bilimsel eğitimin önünde en büyük engel olagelmiştir. “Sosyal uyanışın, ekonomik gelişmenin önüne geçtiği” her durumda katliamlar, askeri darbeler, sıkıyönetimler, olağanüstü haller ve muhtıralar gündeme getirilmiştir.
Özellikle 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’nden sonra ülkemiz her anlamda ve her alanda çölleştirilmiştir. Sürekliliği sağlamak amacıyla özel kurumlar gündeme getirilmiş ve bu kurumlar anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Eğitimde yaşanan sorunlar, üniversitelerin ve araştırma kurumlarının içler acısı durumu, erkek/kadın/çocuk emeği sömürüsünün ve ölümlerinin tavan yapması özellikle 24 Ocak 1980 kararlarından sonra uygulanan neoliberal politikaların sonuçlarıdır.
Devlet erki her zaman düşünen, araştıran, soru soran ve sorun çıkaran vatandaşları kökü dışarıda olan zararlı akımların maşası diye değerlendirerek sustur ya da yok et yöntemini kullanmıştır. Katliamlarda yok edilen Ermeni, Süryani, Rum, Kürt, Türk aydınların sayısı hayli yüksektir. Son elli yıl içinde katledilen ya da ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan akademisyen, öğretmen, yazar, sanatçı, siyasetçi ve gazetecileri veri kabul edersek geldiğimiz noktayı daha iyi anlayabiliriz.
Sürekliliği sağlanan ve evrensel değerlere açık olan eğitim ve bilim politikasının olmayışı yukarıdaki soruların cevabı için maddi bir temel oluşturur mu? Üniversitelerin özerkliğine ve bilimsel eğitime kıskançlıkla sahip çıkanların susturulması ve yok edilmesini nasıl ele almak gerekir? Egemen zihniyetin ideolojik araçlarına dönüştürülen eğitim/öğretim ve araştırma kurumları özerk ve demokratik olamadığı için çölleşme her alanda ve her anlamda hızla sürmektedir bugün.
Üretken insanlarını yok ederek işe başlayan zihniyet şimdi verimli tarım alanlarını, tatlı su kaynaklarını, ormanlarını ve denizlerini hızla ve insafsızca tüketmeye çalışmaktadır. Bu zihniyet ve bunun eğitim/öğretim/araştırmadaki yansımaları insanları ve doğayı katletmeye yönelik olduğu için ‘doğanın insanlaşması’ süreci kesintiye uğramış durumdadır.
Anılan süreç ya da süreçleri tüm yakıcılığıyla gündemde olan ‘müzakere süreci’ne bağlayıp kesintisizce işlemesini sağlayamazsak egemen zihniyetin malzemesi olmaktan kurtulamayız. İnsanlaşmak ve doğanın insanlaşmasını sürdürmek ancak özgür ve bilimsel eğitim/öğretim/araştırma ile mümkündür. Öldüren değil ama yaşatan zihniyet için çocuklarımızı ve gençlerimizi ‘milli eğitim’ denen tek-tipleştirici cendereden kurtarmanın yollarını aramalı ve bulmalıyız.
Evrensel'i Takip Et