\'Her canlı ölümü tadacaktır\' meselesi

Kirvem,
Ecdadımız “Ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane” dediklerine göre, demek ki ecel veya “alın yazısı”nı değiştirmek, Allah’ın kulu olan bizler için zaten mümkün olmadığı gibi, keza, böylesine bir şeyi sadece düşünmek bile herhalde aptallığın daniskası olur.
Üstelik ecelin ne vakit gelip, nerede kapımızı ansızın çalacağı zaten belli değilken, o zaman bu “âlem”den günün birinde veya gecenin bir vaktinde “meçhul”e doğru yelken açmak, “fıtrat”ımız mucibince, “kader” ya da “mukadderat”ımızın gereği!
Yani?
Yani daha doğduğumuz andan itibaren, daha ilk soluğumuzla birlikte bedenimize can veren “ruh”umuzun bizleri eninde sonunda terk edeceğini, bunun da en güzel ifadesini Kuran’ın Ali imran suresinin 185. Ayeti en açık şekilde şöyle belirtiyor:
 “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştır. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.”Kirvem, son zamanlarda televizyon ekranlarında dini konularda kendilerince “fetva” veren kimi “ulema”lar, ayet veya hadislerle ilgili kelamları aktarırken, nedense  bunların Türkçe açıklamalarıyla yetinmeyip, belki de daha etkili, daha inandıcı olur düşüncesiyle illa da aynı ayetleri bir de Arapça dillendirdiklerine göre, ehh o zaman ben özüm de yukardaki ayetin bir de Arapçasını Google’dan arakladığım gibi aşağıya aktarıp bari bu bapta ufak da olsa bir sevap kazanayım!
 “Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).
Allah’ın yarattığı tüm canlılar, mesela bin yıllık çınarlar, şu kadar bin yıl önce yaşamış dinozorların yanı sıra kimisi “akil” kimisi benim gibi “sersem sepelek” bilumum canlıların eninde sonunda “ölümü tadacakları” kesin olmasına kesin, hatta şu anda Müslüman mahallesinde sanki salyangoz satmaya soyunan, burnunu bu tür alengirli işlere sokmaya kalkışan bir “gâvur”un, (kimilerinin deyimiyle “affedersiniz bir Ermeni’nin”), ölümü tattıktan sonra “cehennem”in tam da ortasını boylayacağı malum olmasına malum ama, öte taraftan da “Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir” hükmünü neden hiçbir türbüşön, hiçbir tornavida, kolay kolay söküp şu garip başımdan atamıyor acaba?
Söküp atamıyor, hatta sırf bu nedenle durup durup tuz kavurup, sonra da kendi kendime diyorum ki; madem ki “kıyamet günü yaptıklarımızın karşılığı bize tastamam verilecek”, kimilerimiz “cehennemden uzaklaştırılıp, cennete konulacağız”, peki o zaman şu kavanoz dipli dünyada kıytırık hesaplarla neden birbirlerimizin ümüğünü sıkıp, birbirlerimizin alın terini sömürüp, emeğini, ekmeğini çalıp, dolayısıyla ha babam de babam birer günah makinesi kesiliyoruz zo!
Evet Kirvem, yine kendi kendime diyorum ki; şu cavalacoz âlemde günün veya gecenin bir vaktinde ister istemez madem ki “ölümü tadacağız”, öyleyse bu hır-gür, bu “kavga” niye?
Nitekim üç kuruşluk kömürden yüz üç kuruş, ya da yükseklikleriyle sanki Tanrı katına ulaşmak için dikilen gökdelenlerden daha fazla mangır kazanmak için kimisini mesela daha geçenlerde Soma’daki maden ocaklarında, kimisini daha dün falanca inşaatın yampiri asansörlerinde veya feşmekân kişinin Tuzla’daki tersanelerinde affedersiniz pisi pisine ölüm yolculuğuna postaladığımız “gariban” işçilerin ardından, utanmadan, sıkılmadan önce timsah gözyaşları döküp, sonra da “teselli” babında “şehit”lik mertebesine yükseltmek, bunu da ülke genelinde neredeyse “rutin” hale dönüştürmek “fıtrat”ımızla, “kader”imizle açıklanıyorsa, o zaman bu saatten sonra yine diyeceğim şu ki:
“Batsın bu ‘fıtrat’ hikâyesi!”
“Batsın bu ‘dindar nesil yetiştireceğiz!” efelenmesi…

Evrensel'i Takip Et