21 Eylül 2014 00:06

Kaybolan

Kaybolan

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkemizde siyasi kültürün acımasızlığını, ‘insan merkezli’ toplum tasarımlarının mimarları ‘inşa’ ederler. ‘İnsan merkezli’ toplum tasarımı dendi mi,‘birey’i göz ardı eden, itekleyip kakalayan, küçümseyen, tek başına ele almayı anlamsız ve zararlı bulan, ancak belli kalıpların ve çerçevenin sınırları içinde yaratılacak bir toplumda varlık kazanacağını ileri süren fikriyatı ve bu fikriyatın türlü çeşitli uygulamalarını görür, ürperirim. Bu  fikriyatın ürettiği siyasi kültür bir arada yaşamanın renklerindeki göz kamaştırıcılığı, duygulardaki yayılmışlığı,    değişik zamanlarda değişik yerlerde değişik insanlarla kurulan ilişkilerdeki çokluğu, farklı lezzetlerden, değişik seslerden, kendi gibi olmayan yaşantıların çağrılarından keyif duymayı giderek yok eden bir kültürdür; yalnızlığımız, göğsümüzdeki sızı, boğazımızdaki düğüm geçmişe özlemimiz bu kültürün acımasızlığıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerine kurulan, o günlerin utkusu ‘Yeni Türkiye’nin, yeni bir toplumun ‘inşasının’ yüzyıllar boyunca yeşermiş ve yerleşmiş bir arada yaşama kültürünün güzelliklerini biri diğeri ardına yok ettiğini, her yok oluşun sıradan tek tipliliğin yolunu döşediğini; bu fikriyattaki acımasızlığın, her on yılda bir, geçmişe özlemin girdabında geleceğini kurgulayan bireyi daha bir yalnızlaştırdığını, daha bir korunaksız bıraktığını düşünürüm.
O günlerin utkusu ‘Yeni Türkiye’nin başarısızlıkları, yok ettiklerinin yıkıntıları üzerine bugün ‘inşa edilmeye’ başlanan, bugünün utkusu bir başka ‘Yeni Türkiye’ tasarımının mimarları eskinin yok edemediği, belli zamanlarda belli yerlerde karşımıza tüm şaşırtıcılığıyla çıkıveren birlikte yaşama kültürünün belki son lezzet adacıklarını da silebilmeyi siyasi kültürün omurgası yapıverdiler.
‘BBC Türkçe’de, “İstiklal caddesinde bir bir kapanan, Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan eski dükkanlar, sahaflar yerini kafelere, giyim mağazalarına bıraktı”  haber başlığıyla yayınlanan yazıyı ve görsel desteğini okudum, izledim. Hüzünlendim, yukarıda yazdıklarımı duygularımda seslendirdim. Hacer (eşim) ve ben (Hacer’in eşi) Beyoğlu’nun bana göre tam kalbinde, Tünel Meydanı üzerindeki yüzyıla yakın geçmişi olan bir binada oturuyoruz. Yaklaşık otuz yıldır Beyoğlu’ndayız. Yıkıntılarıyla, yıktırılanlarıyla, yaşadıklarıyla, yaşattırıldıklarıyla, terk edenleriyle, terk ettirilenleriyle, karanlık, karanlıkta bıraktırılmış sokaklarıyla, sokaktaki kedi ve köpekleri besleyen sevecen ama yoksul insanlarıyla, kalmakta direnen eski dostlarıyla yalnızlığını yaşayan Beyoğlu’ydu biz yerleştiğimizde. Bugün İstiklal Caddesinde, Beyoğlu’nun değişik sokaklarında ‘yatırım yapanlar’ o günlerde karanlık bastı mı şimdi yatırım yaptıkları sokaklarda yürümeye korkarlardı. Hava karardığında sadece birkaç meyhanenin sakinleri ve terk etmemekte direnen, Beyoğlu’nun yalnızlığını onunla paylaşanlar havasını solur, yüzyıllık kültürünün özlemini duyumsarlardı.
Beyoğlu’nun kültürü Beyoğlu’nu terk etmemekte direnenlerin, Beyoğlu’nu yeniden Beyoğlu yapmak isteyenlerin geçmişten taşıdıkları, sırtladıkları, omuz verdikleri, yaşatmak istedikleri bir mirastı. Bu mirası eski günlerin utkusu ‘Yeni Türkiye’ tasarımının siyasi mimarları ile bugünün utkusu ‘Yeni Türkiye’ tasarımın siyasi mimarları, şaşılası bir benzerlikle, kitapçıları, plakçıları, sinemaları, tiyatroları, Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan dükkanları, o birlikte yaşamanın en verimli ve göz kamaştırıcı kültürünü, bu kültürün yarattığı, bu kültürün oluştuğu, geliştiği mekanları anlamsızlaştırarak, gerektiğinde yok ederek yoksullaştırdılar.
Mirastan geri kalanları da giderek geçmişin hüznünde anımsayacağımızı  belleğimize kaydetmek isteyen ya da kaydetmek istediğine inanmak istediğim BBC Türkçe’deki haberde, Yüksek Kaldırım üzerindeki  asırlık kitapevi ‘Librairie de Pera’nın da yok oluşu anlatılıyor.
O kitapçıyı kimin, kimden kiralayarak aldığını, yıktığını, yerine hangi yatırımın tutkusuyla bilerek ya da bilmeyerek yok ettiği bir mirastaki kültürün yerine ne mene bir kültür önerdiğini bilseniz, sokakları çok kalabalık da olsa  Beyoğlu’nun bu kalabalıklar içindeki yalnızlığını ve yalnızlığındaki hüznü biraz da geçmişi özleyerek ayrımsardınız.             

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa