Dini bütün okul olur mu?
Okulun cinsiyeti olur mu? Okul canlı olmadığına göre olamaz... Ama okullar cinsiyetçi bir zihniyet ile yönetiliyorsa, o zaman kızlar ve oğlanlar ayrı okullara gönderilebilir. Okullara da buna uygun adlar verilir: Kız okulu, erkek lisesi gibi.
Peki okulun ırkı olur mu? Okul bir insan değil ki, ırkı olsun. Ama okulun yönetimi ırkçı bir rejimin elinde ise, işte o zaman okulun ırkı olur. Okullar ırklara göre ayrılır, öğrenciler ırklarına göre okula gönderilir. Güney Afrika’daki ırkçı Apartheid rejiminde olduğu gibi. Bir kurul çocukları tenlerinin renklerine, olmadı saçlarına burunlarına göre ayırır ve gidecekleri okulları saptar. İnsanlığa yakışmayan ırkçı rejimler çocuklara bunları dayatmaktan hiç çekinmemişlerdir.
Peki okulun dini olur mu? Okul bir insan değil ki, dini olsun. Okulun dini olmaz, olamaz ama okulun yönetimi dinci bir rejimin eline geçerse, okulun dini olur. Bu “fetih” çoğu zaman ağır ağır gerçekleşir. En azından 12 Eylül sonrasında böyle olmuştur. Okullara önce zorunlu din dersi sokulmuş, ardından okulun içindeki din tohumu büyütülmüştür. Zorunlu “din dersi”, “din eğitimi”, “dine uygun eğitim”, gibi adlarla anılabilecek aşamalardan geçilerek, sonunda dinin eğitimin önüne geçmesi sağlanmıştır. Din bir dersi veya bir çeşit eğitim konusunu belirten sıfat olmaktan çıkarılarak, bir rejim haline getirilmiştir. Bu, hiç kuşkusuz ki, okulların AKP rejimi tarafından fethedilmesiyle sağlanmıştır.
***
Okulun İslamcı bir rejimin eline geçmesi sürecinde üretilen dayanaklardan bir ikisini okumak gidişatı anlamak açısından yeterli olabilir. Örneğin, 16 Eylül’de MAZLUMDER tarafından düzenlenen basın açıklamasında “Toplumun kendi alternatiflerini geliştirebilmesinin önünün açılması için eğitimde devlet tekeline son verilmesi”; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun bir “kültürel soykırım aracı” olduğu ve kaldırılması gerektiği vurgulandı.
İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar şunları söyledi: “1924’te bu toprakların halkları yedi düvele karşı yurtlarını, namuslarını, dinlerini, kardeşliklerini korumak için büyük bir mücadele verdiler. Ama bu mücadele (...) İttihat Terakki ve batı kumandalı akıl sahiplerince gasbedildi ve (...) bir kültürel soykırım gerçekleştirildi. Bunun birinci adımı Harf Devrimi, ikinci adımı ise Tevhid-i Tedrisat Kanunu idi. Eğitim ve öğretimin tekelleştirilmesi süreci, başkalaştırma kanunları ile günümüze kadar devam etmiştir.”
Köklü Değişim Dergisi Yazarı Musa Bayoğlu ise şöyle konuştu: “Tevhid-i Tedrisat ile maalesef dayatmacı bir zihniyet uygulanmıştır ve bugün 16 milyondan fazla öğrencimiz kendi geçmişi, kültürü, kitabı, peygamberinden uzak bir eğitime tabi tutulmaktadır. Bugün eğitimde geldiğimiz nokta içler acısıdır. Sınavlarla gençlerin geleceği belirleniyor, önemli şahsiyetler yetiştirilemiyor. Uyuşturucu, içki, kumar, zina gibi olumsuzluklar gençlerin hayatına kolayca giriyor. Biz Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kaldırılmasını istiyoruz.”
***
Söylenenler ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kaldırılması talepleri, çoğu zaman kulağa hoş gelebilecek ögelerle sunuluyor. Eğitimde “Her toplumsal kesimin ihtiyacına göre farklı modellerin uygulanabileceği bir zemin” sağlanması ve devletin “İdeolojik bir eğitim anlayışı dayatmadan farklı eğitim sistemleri için uygun bir ortam ve alt yapı” sağlayan, sadece “düzenleyici” bir role sahip olması gibi.
Oysa var olan bütün göstergeler ve son on yıl içerisindeki gelişmeler okulların bir inancın egemenliğine sürüklendiğini gösteriyor. Okulların “her toplumsal kesimin farklı gereksinimleri” uyarınca yapılandırılması ve işletilmesi, temelde okulların İslam’ın bir yorumu içerisinde bulunan tarikat ve oluşumların uzantısına dönüştürülmesidir. Kültürel soykırım, kültürüne yabancılaşma gibi ögelere değinildiğinde aslında kültürün dine indirgenmesi söz konusudur. Sonuç olarak hedef alınan Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki laik uygulamalardır.
Söylenenler içerisinde çocuğun yararına ve çocuk haklarına değinilmemesi rastlantısal değil. Nasıl ırkçı bir rejimin okullarında çocuk hakları söz konusu olamazsa, dinci bir rejimin okullarında da çocuk hakları söz konusu olamaz. Tek tipçi anlayışa karşı çıktıklarını iddia eden kişi ve kuruluşların hepsinin tezlerini er ya da geç bir inanca ve bir kutsal varlığa dayandırdığı ortadadır. Eğitimin bir kutsal varlığa olan inanç ile şekillendirilmesi kaçınılmaz olarak okulun dogmatikleşmesi anlamına gelecektir. Biliyoruz ki, dogmalar insana zararlıdır. Biliyoruz ki, dogmalar çocukların yararına olamaz. “dini bütün” okul kavramı ancak çağ dışı ve çocuk haklarına aykırı bir anlayışın ürünü olabilir.
Evrensel'i Takip Et