Türkiye'yi ABD'nin savaş arabasına bağlayıp gelmiş
Fotoğraf: Envato
Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’den “üniformasını” ve “postallarını” giymiş havasında döndü. “Hava saldırıları kara harekatı ile tamamlanmazsa sonuçsuz kalır,” “Artık durum değişmiştir, bize ne, bizi ilgilendirmez deme lüksümüz kalmamıştır,” “Türkiye askeri harekat içinde de rol alacak.” … gibi “kara harekatı” na asker verme de dahil her konuda Erdoğan, ABD ve batılı emperyalistlerin bölgeye müdahalesine katılacaklarını açıkça ilan etti.
ABD’den dönüşünde Erdoğan, bundan sonraki adımlar için “üç konu”nun önemine dikkat çekti ve bunları da özetle şöyle sıraladı: 1- Uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, 2- Güvenli bölgenin Suriye topraklarında oluşturulması, 3- Müdahaleyi yapacak güçlerin “eğit-donat” anlayışıyla hazırlanması ve müdahalenin hangi biçimlerde sürdürüleceğinin kararlaştırılıp uygulamaya sokulması!
Erdoğan’ın bu açıklamalarını; yandaşıyla, olmadığını iddia edeniyle medya; “Yaşasın nihayet biz de savaşa giriyoruz” coşkusuyla karşıladı. Ve böyle durumlarda her zaman yaptıkları gibi çekmecelerinde hazır tuttukları “savaş senaryolarını” manşetlerden propaganda etmeye koyuldular.
Verilen hava, koparılan gürültü kenara bırakıldığında, Erdoğan’ın; Amerika’da, Obama yönetimine, Türkiye’nin bölgeye batı müdahalesine insani, diplomatik, askeri… her biçimde katılacağı konusunda garanti verdiği anlaşılıyor.
Bunun anlamı ise; Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin son yıllarda ABD stratejisiyle kimi alanlarda çatışan yeni Osmanlıcı çizgiyi revize etmeye yöneldikleri, dolayısıyla bölgede ABD ile çelişerek bir yere varmayacaklarını kabul ettikleridir.
Ancak Erdoğan’ın söylediklerini bundan ibaret görmek gerçeğin tümünü görmek olmaz. Çünkü Erdoğan’ın “önemli” dediği yukarıda kısaca aktarılan “üç saptaması”nın üçünün de, ABD planlarının hayata geçirilmesine engel olmasa da IŞİD’e karşı mücadele ile doğrudan bir ilgisi yok. Nasıl ABD “IŞİD’e karşı mücadele” derken bölgedeki egemenliğinin gerektirdiği bir güç oluşturma ve mevzilerini güçlendirmeyi amaçlıyorsa, Erdoğan ve Hükümet de “IŞİD’e karşı mücadele” derken, asıl olarak; Suriye’de Esad rejimini yıkmayı ve bölgede Rojava’da kurulan yönetimi yıkarak, Kürtlere ağır bir darbe vurmayı amaçlıyor.
Çünkü her aklı başında insan görür ki, bu “üç saptama”nın da amacı Esad rejiminin yıkılması ve Rojava’daki kantonların yok edilmesidir!
Nitekim bugün de IŞİD’in Türkiye sınırının “sıfır noktası”nda açıkça Kobanê’ye yönelik saldırılarını sürdürüyor olmasından Türkiye’nin hiçbir rahatsızlık duymadığı açıkça anlaşılmaktadır. Tersine AKP Hükümeti, Suruç’a kadar giderek Kobanê direnişine destek verenlere saldırarak, sınırdan girip çıkanlara su ve gazla müdahale ederek, neye ve kime karşı olduğunu da göstermektedir.
Peki Erdoğan, “önemli” diye ifade ettiği “üç saptama” ve bu saptamalarla ilgi önerileri konusunda ABD ile anlaşmış mıdır?
Belki “üçüncü saptama” ve onunla ilgili önerilerde anlaşmıştır ama ilk iki saptama, “güvenli bölge oluşturulması” ve “uçuşa yasak bölge”, yani “tampon bölge” oluşturulması konusunda en fazla “Hele ileride bakarız”dan öte bir anlaşma sağladıklarını söylemek abartı olur. Nitekim ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey; “Tampon bölge şu anda planımızda yok” demektedir. Kaldı ki Türkiye, ABD ve batılı emperyalistlerle anlaşsa bile, bu konuda Rusya ve İran’ın, hatta Arap ülkelerinin onayı da gerekecektir. Ki, Türkiye’nin Suriye’de bir “güvenli bölge” oluşturmasına Arap ülkelerinin hiçbirinin evet demeyeceğini bilmek için kahin olmaya gerek yoktur.
Bu yüzdendir ki, bu konuda ABD yönetimi Türkiye’ye, “Tampon bölge için bizce sakınca yok. Sen Rusya’yı İran’ı, Arap kardeşlerini ikna et yeter!” diyebilir. Muhtemeldir ki de böyle diyeceklerdir.
Dolayısıyla bu tartışmalar, diplomatik çabaların ve ülkeler arasındaki ikili, çoklu görüşmelerden sonra Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin elinde kala kala ABD’nin ve batının amaçları doğrultusunda bir müdahaleye askeri, diplomatik, lojistik, insani her tür desteği vermek ve Kürtler başta olmak üzere bölge halklarıyla düşmanlaşmak kalacaktır.
Ötesi hamaset, şoven duygularının okşanmasıyla halkın kafası karıştırılarak Amerikan iş birlikçiliğinin, yeni Osmanlıcılığın da dönüp dolaşıp Amerikan askerliğine geldiğinin (“eski” Osmanlıcılığın Alman emperyalizmi uşaklığına gelmesi gibi) üstünün örtülmesi gayretleridir.
Günün başlıca görevi ise bu gerçekleri geniş halk yığınlarına göstermek, IŞİD’e ve bölgedeki emperyalist gerici güçlere karşı mücadeleyi yükseltme çabasını kesintisiz sürdürmektir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00