Ulusalcı aklının Rojava'yla imtihanı
Fotoğraf: Envato
Türkiye’nin –yenisiyle, eskisiyle- birden bire çıldırıverme hâllerine alışkınız. Rasyonelliğin zaten pek tutulmadığı bu ülkede, özenle manipüle edilmiş fevri tepkilerden oluşan yumağa biz (nedense) ‘siyaset’ diyoruz. Yoksa yapılan şeyin herhangi bir politik akıl taşıdığından değil. Temelinde kendisi dışındaki herkesten çılgınca korkmak ve bu paranoid güvensizliği hamasi bir söylemle bağıra çağıra ifade etmekten oluşuyor bizim siyasetimiz. Pek çok farklı kesimce paylaşılan ve ülkenin politik kodlarına perçinlenmiş bu durumun, sık sık ve yüksek oktanlı deliliklere sebep olması anormal değil. Aksine her gün bir delilik olmaması anlamsız kaçardı. Türkiye, kendi içindeki çıldırmalarını çoğu zaman bir şekilde regüle edebiliyor, edemediği zamanlarda ise ülkenin kabarık tradeji dosyasına yenileri ekleniyor. Diğer taraftan işin içine Türkiye’nin siyasi aktörlerinin kontrolünde olmayan faktörler girdiğinde durum daha da içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Kobanê’de yaşanan direniş ve ona Türkiye’de verilen tepkiler konusunda olduğu gibi...
Türkiye hükümetinin IŞİD adı verilen fanatik güruh konusunda zaten aylardır ikircikli bir dış politikası var. Son yıllarda Sünni İslamcılığının ve Neo-Osmanlıcılık hezeyanlarının üzerine bina edilen ümmetçi Ortadoğu politikası, Türkiye’nin hâlâ devam etmekte olan uluslararası angajmanlarıyla sık sık çarpışıyor ve kısa devre yapıyor. Türkiye’yi yöneten kadro, ne IŞİD’i açıktan destekleyecek cesarete, ne de onu açıktan reddedecek bir ideolojiye sahip. Ne kasaplık yaparsa yapsın, IŞİD’e el sürmek AKP için ‘Müslümanı Müslümana kırdırmak.’ Zaten Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun sektirmesiz her konuşmasındaki ‘bana Sünniler insan öldürüyor dedirtemezsiniz’ alt metni bu konuda epeyce ipucu veriyor. Türkiye heyetinin son New York seyahatinde adeta aşağılanırcasına IŞİD karşıtı cepheye dahil edilmesi, ülkenin operasyondaki rolünü açıklamanın bile orada hazır bekleyen Mevlüt Çavuşoğlu’na söz dahi verilmeden John Kerry tarafından yapılması, AKP rejiminin cihatçılara beslediği sempatinin yarattığı rahatsızlığın sonuçlarından yalnızca biri. Kaldı ki, uluslararası basında da sürekli ABD hükümetinin bu konudaki sıkıntısıyla ilgili haberler çıkıyor. En son New York Times, başyazısında Recep Tayyip Erdoğan’ı İslam dünyası liderliğinden başka her şeyi yapmakla itham etti ve Esat’ı devirebilmek için IŞİD’e yol verdiğini savundu (http://bit.ly/nyterdogan1).
YANDAŞLAR, ULUSALCILAR = DEVLET KARDEŞLİĞİ
Durum buyken Erdoğan’a bağlı havuz medyasının yayın çizgisi zaten kendiliğinden belirleniyor. Cihatçılara beslediği sempatiyi saklayamayan, ama ödlekliğinden açıkça ortaya da koyamayan yandaş güruhu, çareyi Kürtlere saldırmakta buluyor. Bölgede son günlerde yaşanan eylemlerin nedenini, Türkiye’nin Rojava politikasının nasıl bir felakete yol açmakta olduğunu okuyucularına anlatma zahmeti dahi duymadan tabii. Yeni Türkiye’nin yepisyeni medyası gerçekleri –mesela cihatçılara aylardır açık olan sınırın, Rojava’dan kaçan insanlara kapalı olduğunu- açıklamadan 1990’ların bembeyaz Türk medyasının ‘Kürtler azdı’ mavalına sarılıyor. Gezi’den beri ağızlarından düşürmedikleri ‘algı yönetimi’nin en yanar dönerlisini yapıveriyorlar.
Mevzu ihaleyi Kürtlere çıkarmak olunca, AK tayfanın yalnız kalması da düşünülemez tabii. İmdatlarına o hani AKP konusunda ‘baştan beri hep haklı olan’ ulusalcılar yetişiyor. 12 Eylül’ün iki çocuğu Kürtler söz konusu olunca ‘durun siz kardeşsiniz’ komutunu dikkate alıyor ve ulusalcı medyayla yandaş medyanın söz birliği ettiğini görüyoruz. Ulusalcılığı aklı başında bir muhalif hareket zannedenler için bu sürpriz olabilir, ancak bu siyasi akımın bir çeşit ‘laik AKP’si’ olmaktan öteye gidemeyeceğinin farkında olanlar için şaşırtıcı değil. Ulusalcılık da, tıpkı AKP İslamcılığı (buna Türkiye İhvancılığı da diyebiliriz) gibi 12 Eylül’ün devlet aklının bir ürünü. Dindarsan İhvancı, laiksen ulusalcı olman bekleniyor. İhvancıların Sünni ümmeti için gösterdikleri reaksiyoner milliyetçiliğin tıpatıp aynısını ulusalcılar da etnik Türk milliyetçiliği için gösteriyorlar. Sıkıştıklarında paçasına sığındıkları da Türk-İslam sentezinden yoğrulan 12 Eylül Devleti oluyor. AKP’nin Yeni Türkiye hayali gibi, ulusalcılığın gelecek tahayyülü de 12 Eylül’ün çizdiği yolun şahikasına ermesinden başka bir şey değil. Kürt hareketi bu iki düşman kardeşi en çok bu yüzden rahatsız ediyor.
ULUSALCILAR ROJAVA’YI NEDEN ANLAMIYOR?
Ulusalcılığın ortaya çıkış hikayesi belli de, ilkokuldan beri düşman mitleriyle kafası doldurulup sonunda bu akımın peşine düşen kitlenin takıldığı yeri çözümleyelim. Yani o çoğu zaman ‘Sözcü okuru’ deyip geçtiğimiz, Gezi zamanı Ali İsmail’in, Berkin’in hatta Medeni’nin yasını tutan, bir şeylerin yanlış olduğunu anlayıp o yanlışlığı analiz ederken kafasına kodlananların tuzağına düşüp abuk subuk yollara sapan kitle. Bu kitlenin problemi şu. Tüm mantıkları Türk devletinin haklılığına o kadar programlanmış ki, IŞİD resmi kanallardan destek görürken bile karşı çıkamıyorlar. Buna bir de çocukluktan itibaren belletilen Kürdofobi eklenince, kendilerini Hizbullahçılarla, IŞİD’le, AKP’yle aynı cephede buluyorlar. İstanbul’da, İzmir’de kendisine gaz sıkan polisin, Amed’den öteye gerçek mermiye geçiş yaptığını, batıda aşırı doz olanın, bölgede dozun ta kendisi olduğunu göremiyorlar. Orada yaşananları yalnızca kendi yaşam koşullarında değerlendirebiliyorlar, yıllar boyu kafalarına işlenen bu zira, hani ‘Kürtler kaçak elektrik kullanıyor, onların elektriğini biz ödüyoruz’ bencilliğinde vücut bulan. Bir halkın sınırın ötesinden kendi akrabalarının ölümünü izlemesi, kendisinden şiddeti esirgemeyen devletin göstere göstere cihatçı kasap sürüsüne nasıl yardım ettiğine şahit olmak ne demek anlamıyorlar. Tüm dünyada AKP’nin IŞİD’in yolunu yapması hayretle izlenirken, kendilerini ‘ezelden beri en AKP karşıtı ve AKP konusunda baştan beri en en ennn haklı olan’ olarak tanımlayan ulusalcılar soykırımın eşiğinde direnen bir halkın öfkesiyle empati kurmak yerine AKP rejiminin argümanlarına sarılmayı seçiyor. Kendi özgürlüğü için devlete otuz yılda zar zor baş kaldırabilen bir siyaset, işin içine Kürtler girdiğinde ibreyi hem devlete çeviriveriyor.
Türkiye’de vicdanın politik alanı terk etmiş olmasının yabancısı değiliz. Bir ülkenin tarihinde çoğu devlet eliyle yapılmış bu kadar katliam olmasının başka bir açıklaması da pek yok zaten. Ancak görünen o ki, stratejik akıl da ortadan tamamen yok olmuş vaziyette. Senelerce ‘tehlikenin farkında mısınız?’ diye başımızın etini yiyenler, sırf Kürt karşıtlıkları nedeniyle IŞİD’in ekmeğine yağ sürüyorlar. Herhalde ‘nasılsa biz batıdayız, IŞİD buraya kadar gelemez’ diye düşünüyorlar. Oysa daha iki gün önce İstanbul Üniversitesi’nde cihatçılar polis eşliğinde solcu öğrencilere saldırdı. Batı kentlerinde eylemcilere tekbir getirerek saldıran polislerin fotoğrafları ortaya çıktı. Aylardır hemen her hamlesi bir şekilde IŞİD’in işine yarayan bir hükümetle, şiddet göstermekten zevk aldığını saklamayan kolluk kuvvetleriyle artık bahsettiğimiz bir ‘uyuyan hücre’ filan değil. ‘Ama Kürtler kamu malına zarar verdi’ ezberleriyle kendini oyalayan kitle, aslında kendi öz savunmasından ödün veriyor. Kobanê düşerse, o ateşin herkesi yakacağının farkında bile değiller. Oysa zaman artık onlar için de çocuksu bencillikleri bir kenara bırakma zamanı. ‘Her yer Kobanê’ denmediği sürece, her yer Kobanê’ye dönecek çünkü. Vicdandan umudumuzu zaten kestik de, bari akıllarını kullansınlar.
- İfade özgürlüğünün sınırları? 17 Ocak 2015 01:00
- İslamcılık’ın panzehiri demokratik laiklik 03 Ocak 2015 01:01
- İslam'dan islamcılığı çıkarmak 27 Aralık 2014 01:00
- Sosyal travmanın Osmanlıcası 13 Aralık 2014 01:00
- Ak rejimin kültürel bataklığı 06 Aralık 2014 01:00
- Yılan kendi kuyruğunu yerse... 29 Kasım 2014 01:00
- Yeni Türkiye ulusu Amerika'yı keşfediyor 22 Kasım 2014 01:00
- Denize düşen Ak Rejim, Neonazi'ye sarılır! 15 Kasım 2014 01:00
- İki örnekte otomatik Türkiye basını! 08 Kasım 2014 01:00
- Bize ayrılan haberciliğin sonuna geldik 01 Kasım 2014 01:00
- Yandaşın sosyal medyasını da su bastı! 25 Ekim 2014 00:08
- Sıradan insan olmak gazeteciye yetmeyince 18 Ekim 2014 00:16