Nefretin dili/ barışın dili
Fotoğraf: Envato
Kobanê eylemleri başladığından beri sanki her şey tersine dönmüş gibi... Sanki fırsat doğdu ve artık insanlar kendilerini tutamaz oldular, çünkü bugüne kadar, kendi deyişleriyle sabrediyorlardı ve artık zamanı geldi nefret kusmanın. Belirsiz bir barış süreci, provokasyonlar, kaybedilen kontrol, intikam, hukuksuzluk, polise daha fazla yetki, daha fazla otorite, daha fazla cezalandırma... Acı ekip acı biçmek... Nefret ekip nefret biçmek...
Barışın dili gerçekten bu mudur? Bu dille, böylesi otoriter bir siyasi iktidar mantığıyla barış gelir mi? İktidar yandaşları, yeni Ortadoğu düzeninde baş aktör olacak bir Türkiye fikrinden haz duyuyorlar. Sosyal medyada siyasi bir tartışma yürüttüğüm kişilerden biri “erkek olmak” olarak tanımlamıştı Türkiye’nin baş aktörlük macerasını. Erkek olmak demek, gerçek mağdurun kim olduğuna işine geldiği gibi karar vermek midir?
Yüzleşmeden barış olmaz. Nefretin dilinden vazgeçmeden barış olmaz. Oy hesaplarıyla, gizli kapaklı görüşmelerle barış süreci yürütülmez. Özellikle sosyal medyayı takip edenler bilir, insanlar birbirlerinin yüzlerini görmedikleri için öyle düzeylerde tartışırlar ki, sanırsın ki, karşı karşıya gelseler birbirlerini öldürecekler. Sosyal medya üzerinde, Kobane eylemlerinde ölenler için öyle şeyler söylendi ki, insanın insana yabancılaşması ve özüne yabancılaşması herhalde budur.
Yazılı ve görsel basının önemli bir kısmı öyle haberler yaptı ki, fırsatçılıkları ortaya çıktı. Düşmanlık üreten, nefret büyüten, hukuksuzluğu meşrulaştıran haberlerdi bunlar. Bir kısım medya da, tam tersi, itidal çağrısı yaparak barış sürecinin sürmesine katkıda bulundu.
Daha ne kadar savaşılabilir ki? Savaşın çözümsüzlüğü üzerine yazılmış onca yazı, ifade edilmiş onca görüş, yaşanmış onca deneyim, çekilmiş o kadar acı varken insanlar hâlâ daha niye savaşmak isterler? Savaşın kazananının olmadığını neden kabul etmek istemezler? Savaşılmasına karar verenleri anladık... Korkunç bir tatminsizlik yaşıyorlar muhtemelen. Dehşet bir denetim arzusu, belki de kendilerini tanrı yerine koyarak mutlak güç olmaya çabalıyorlar.
Ulus devletlerin ortaya çıkışıyla yeniden şekillenen eğitim sistemi, herhalde bu nefretin en önemli sorumlularındandır. Başka uluslardan nefret etmeyi öğreterek ulus bilinci ve ulus kimliği kazandıran bir eğitim sistemi, kendi gibi olmayanlara yaşam hakkı tanımayan, onları aşağılayan, katleden ya da bütün bunları uzaktan seyretmekle yetinen bireyleri ortaya çıkardı. Açıktan okunan derslerden, örneğin tarih dersinden başka gizli müfredat ile gıdım gıdım bu nefret beslendi. Örtük bir dille, “Senden olmayanı sevmek ve saymak için gayret sarf etmene gerek yok” dediler çocuklara. Ana dilleri yasaklanarak öfkeleri büyütüldü çocukların.
Barışın dilini kullanmayanların amacını merak ediyorum. Daha fazla çocuğun ölmesine göz yummak mı? Daha fazla acı, daha fazla ölüm, daha fazla yoksulluk mu?
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13