18 Ekim 2014 00:14

Frankfurt'taki Kobanê

Frankfurt\'taki Kobanê

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Frankfurt. Kitap fuarı yine 5 gün koşturmaca ile dolu dolu geçti. Merakla beklenen Nobel edebiyat ödülü bence bu yıl hak eden bir yazara gitti. Fransız Modiono’yu Tahsin Yücel ve diğer çevirmenler sayesinde ve elbette Varlık ve Can gibi iki köklü edebiyat yayınevleri sayesinde Nobel almadan okuma olanağına sahip olmuş ve 2. Dünya savaşının ve holokostun izlerini yakalamıştık.
Bu yıl onur konuğu Finlandiya idi. Tanıtım toplantısında verilen torbalarda, Finlilerin unlu destanı Kalevala’dan görüntü vardı. Onların ulusalcılıklarını anlamak mümkün. Uzun süren İsveç ve Rus egemenliğinin etkileri... 1917 devriminden sonra Finliler Baltık Cumhuriyetleri gibi kendi kaderini ayrılma yönünde kullanan ülkelerden biri oldu. Ama bu da savaşsız olmadı.
1939 yılında Sovyet-Nazi Paktı sonrası, yanlış bir karar ile Sovyet ordusu Finlandiya’yı yeniden Sovyetler bünyesine almak istedi. Ama Finliler buna yine direndi. Sonuçta Finlandiya da İsviçre ve Avusturya gibi iki blok arasında “tarafsız ülke” konumunda kaldı. Soğuk Savaş boyunca.
1939 yılında Finlandiya büyük yazarı Sillanpaa üzerinden ilk Nobel ödülüne sahip oldu.
Onun “Kutsal Yoksulluk” kitabını severim. Onu da genç yaşımızda Varlık sayesinde okuyabildik. Sovyet devrimine katılan, biraz da ne olduğunun pek farkına varmadan Kızıl Ordu saflarına katılan bir Fin köylüsünün gözüyle anlatır 1917 Devriminin Fin topraklarındaki macerasını Sillanpaa. Sonunda bu Fin köylüsü, yine başına ne geldiğini anlamadan kendini Beyazların idam mangası önünde bulur.
Sillanpaa’nın ödül almasının bir nedeni de politikti. Alman orduları ve Sovyetler Polonya’ya iki yandan dalarken, ayrıca Finlandiya da hedef oluyordu. Ama Finliler bir kez daha çetin ceviz olduklarını göstereceklerdi.
Bir yandan da Kobanê direnişini takip ediyorduk, İnternet başında sıcağı sıcağına. 1915 jenosidinin 100 yılı, Rojava devrimi, Türkiye’deki barış sureci ve Gezi olayları da, Frankfurt’un tartışma stantlarına yansıyordu.
Finlandiya gibi, Stalingrad gibi, Moskova ve Leningrad gibi, minyatür bir örnek olarak Kobanê de muhteşem bir direniş ile düşmedi. Sonunda İslamofaşist IŞİD güçleri geri çekilmeye başlamak zorunda kaldı.
Bütün Almanya’da Kürtler dayanışma gösterileri ile ayaktaydı, ve fuarda da olağanüstü güvenlik önlemleri ve IŞİD’in burayı da hedef aldığı söylentileri vardı.
Holokostun çocuk sürülerinin yeni örneklerine Şengal ve Sincar dağı üzerinden Êzidi halkının trajedisi ile tanık olduk. Ama Kürt gerilla hareketinin varlığı, oluşturulan koridor zayiatın daha az olmasını sağladı.
Bütün bunların  arasında dostum Selami Gürel’in “Kobanê Kürtlerinin büyük ‘günahı’!” yazısını okudum. Onu okurlarımla paylaşmak isterim okurlarımla:
**
“Kobanê Kürtleri, son bir hafta içinde “koalisyon güçlerinin” başlatmak zorunda kaldığı hava saldırılarının kısmi desteği dışında, kendi öz güçleriyle ve destansı bir kararlılıkla bir aydır direniyorlar. Görünen o ki, IŞİD barbarları Kobanê’yi düşüremeyecekler.
Nasıl oluyor da, tüm dünya kamuoyu bu barbarların cinayetlerini lanetlerken, Kürtler kendi öz topraklarını savunmaktan başka bir eylemde bulunmazken, kırk küsur büyük devletten oluşan koalisyon güçleri dört bir yanı kuşatılmış ve her an bir toplu katliama uğrayabilecek yüz binlerce insanı bir cellat soğukkanlılığı ile üç hafta seyredebiliyor? Neden Türkiye ile olan yegane sınır kapısını açmıyor, açtırmıyorlar? Neden insani ve askeri yardım konvoyları ortada yok? Neden Irak Kürdistanı yöneticileri kendi soydaşları, akrabaları bir katliamın eşiğindeyken daha düne kadar ayak sürüyorlar?
Soruları çoğaltmak mümkün, ama yanıtları soruların uzunluğu kadar zor değil.
Uzun başkaldırı dönemleri, başkaldıranlar arasında bir bilinç sıçramasına yol açar. Dayanışma, paylaşım duyguları güçlenir, cinsiyetler, dinler ve kültürler arası çelişkiler yerini karşılıklı hoşgörüye bırakır. Egemenler sisteminin sadece şirketler ve devletler arasında değil, sıradan insanlar içinde de yarattığı yıkıcı rekabet, yerini ortak davranmaya, demokratik kararlar alabilmeye bırakır. Bu bir “altüst oluş” sürecidir, başla ayak yer değiştirir, ya da bir birine karışır. Bunun sür git devam edeceğinin garantisi elbette yoktur, ama sistemin egemenleri bu durumdan hiç hoşlanmaz, böyle “kötü bir örneği” daha doğmadan boğmayı yeğlerler. Onlar için hep yöneticisi olacakları koca bir dünya ve onların kurallarıyla yaşamak zorunda olan milyarlarca insan vardır sadece.
Kürtler Rojava’da bir statü kazandıklarında, Ortadoğu’daki birçok politik örgütlenmenin savaş ve yok etme tutumunun aksine, tüm farklılıklarla bir arada yaşayan, kadını öne çıkaran, doğaya ve insan haklarına saygılı farklı bir oluşum, yeni bir umut yarattılar. Eksiği, fazlası vardı mutlaka, ama farklılığı, egemenlerin sistemine benzemeyen bir yeniliği olduğu ortadaydı. Ortada olmalıydı ki, yer küredeki bir karıncayı bile görebilen egemenlerin ve özellikle “bizimkilerin” gözünden kaçmamıştı. Kadının bilmem kaçıncı sınıf insan yerine konulduğu, devletlerin etnisite ve dinsel egemenlik temelinde örgütlendiği Ortadoğu’da ve içinde yaşadığımız Türkiye’de yeterince ürkütücü bir durumdu. Trilyon dolarlık petrol gelirlerinin başında oturanlar, milyar dolarlık rantları kontrol edenler için “kırmızı çizgi” aşılmış, Rojava-Kobanê Kürtleri “büyük bir günah” işlemişlerdi.
“Bizimkilerin de” içinde olduğu o egemenler koalisyonuna, onların basındaki, günlük yaşamdaki avukatlarına sormak gerekiyor. Bu kadar güçlü devletler Rojava-Kobanê’den niçin korkar? “Ufacık” Rojava’nın öz örgütlenmesinden bu kadar çok korkuyorsanız, sözcülüğünü ve temsilciliğini yaptığınız o devasa, o “çok güçlü” sistemlerinize hiç mi güveniniz yok?
Yanıt beklemeniz gerekli değil, onlar haksızlıklar sisteminin temsilcileri olduğunu biliyorlar, onlar sistemlerinin “yumuşak karnının” farkındalar. Bu yüzden böylesine gaddarlar. Ama tarihi onlar değil, haksızlığa başkaldıran insanlar yazıyor.
Kobanê’de de bir tarih yazılıyor. Detaylarını ömrü yetenler okuyacak…”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa