23 Ekim 2014 00:43

‘Erdoğan rejimi’ne ve ‘polis devleti’ne gidişin adımı!

‘Erdoğan rejimi’ne ve ‘polis devleti’ne gidişin adımı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1950’li yıllarda “polisin mimlediği kişiler” (Büyük çoğunluğu TKP davalarında yargılanan kişilerdi), her 30 Nisan akşamı bavullarını toplar polisin kendilerini almasını beklermiş!
Çünkü polis, bu kişilerin ertesi gün 1 Mayıs’ı kutlamak üzere sokağa çıkacağından “Makul bir şüphe duyar”, onların suç işlemesini önlemek için onları “rutin biçimde” 30 Nisan akşamı gözaltına alır, 1 Mayıs gece yarısından sonra da serbest bırakırmış!

Hani “önleyici savaş stratejisi”ni Bushçular geliştirmişse de (Dün Nuray Sancar arkadaşımız köşesinde bunu işlemişti) “Suçu önleyici polis önlemlerini” bizim icat ettiğimizin kesin kanıtıdır bu polis uygulaması!

Sıkıyönetim ve OHAL dönemlerinde keyfi gözaltıları geçiyoruz. Ama Erdoğan’ın da her vesileyle demokrasi kahramanı olarak gözümüze soktuğu Turgut Özal’ın derin iktidarında da 1 Mayıs’ı kutlayacağından şüphe duyulan (Bunun “makul şüphe” olması yeterliydi) sendikacılar, 30 Nisan’da evleri basılıp gözaltına alınıp, 1 Mayıs’ta gece yarısından sonra serbest bırakılıyordu. Onun için o yıllarda mücadeleci sendikacılar ve “makul şüpheli” olabilecek işçi önderleri, 1 Mayıs’a doğru işyerlerinde ve evlerinde kalmaz, bir biçimde kutlamaları yaptıktan sonra evlerine, işlerine dönerlerdi! *

‘MAKUL ŞÜPHE’POLİSE SINIRSIZ YETKİ DEMEK!

Hani hükümetin yeni “Güvenlik Paketi” ya da ”Özgürlük ve Reform Paketi” adını verdiği paketteki “Polise 24 saat süreyle gözaltına alma yetkisi tanınması” uygulaması budur. “Ne var canım polise 24 saat gözaltına alma yetkisi verilse ne olur?​” diyenler için bu sadece 1 Mayıs üstünden bir hatırlatmadır.

Üstelik bugün polisin “makul şüphe”yle harekete geçip “Suçu önleyici tedbirlere” başvuracağı konular “1 Mayıs kutlamaları”ndan da ibaret değil. Tersine hükümetin, en masum protestoları da “Hükümete karşı darbenin uzantısı”, “Ülkenin huzuruna yönelik komplo”, “Kamu düzenini bozma amaçlı eylem”, “Yasa dışı eylem düzenleme girişimi”,… kapsamına almakta duraksamadığı dikkate alındığında, “polisin “Suçu önleme” adına her tür demokratik mücadele girişiminden “makul şüphe” duyup bu eylemleri önlemek için (Miting tertip komitesini gözaltına alma, çağrı yapan partinin sendikanın, derneğin…  yöneticilerini, önceden, tam da o gün,  gözaltına alma, miting alanını yasaklama, gösteriye katılmak isteyenleri caydırmak için abartılı önemlere başvurma vb.) harekete geçeceğinden “Kuvvetli şüphe duymamak” için bir neden yok. Hükümetin, TEKEL işçilerinin Ankara eylemleri, Cam grevi, THY grevi,… gibi eylemleri bile “Hükümete karşı komplonun parçası”, “Milli güvenliği tehdit” saydığı dikkate alındığında, bırakalım demokratik haklar ve özgürlüklerle ilgili mücadeleleri, emek mücadelesi de polisin “24 saat gözaltına alma hakkı” ve “makul şüphesi” tarafından saldırı hedefi haline getirilecektir. Tabii bunlara tarih, kültür, çevre, kentsel dönüşüm mücadelelerinin, kadın ve gençlik mücadelelerinin de ekleneceğini söylemekte bir sakınca yok. Polisin böyle yetkileri ele geçirdikten sonra son sınırına kadar zorlayacağını, hatta bu son sınırı aşmakta da bir beis görmeyeceğini, daha çok yetki için de uğraşacağını bu ülkede yaşayan, iradesini Erdoğan-Davutoğlu yönetimine teslim etmemiş her vatandaş bilir.

GEREKÇEYE BAK HALİ ANLA!

“Biz bu düzenlemeleri özgürlükleri sağlamlaştırmak ve güvenceye almak için yapıyoruz”, “Özgürlüklerden geri adım yok”, “Bu düzenlemelerin daha ağırı Almanya’da, İngiltere’de, ABD’de de var” gibi yalanlar ise her despotik hükümetin, her diktatörlük heveslisi rejimin en vazgeçilmez dayanaklarıdır. Zaten en faşizan hükümetler de dahil tüm burjuva hükümetleri özgürlükleri kısıtlamak ya da ortadan kaldırırken özgürlükleri kaldırmak istediklerini değil, onları “sağlamlaştırmayı”, “güvenceye almayı” amaçladıkların iddia ederek amaçlarına varmaya çalışmıştır.

Bu paketi önceki gün partisinin grup toplantısında savunurken de Davutoğlu “Özgürlüklerde geri adım yok”, “Özgürlükleri daha çok güvenceye alıyoruz” içerikli cümlelere sıkça başvururken, getirilen düzenlemelerin Almanya, İngiltere, ABD, Hollanda gibi ülkelerde de olduğunu sayıp döküyor; “Bizim getirdiklerimiz onlarınkilerin yanında çok hafif” demeye getiriyordu.

12 EYLÜL’DEN BERİ HEP AYNI GEREKÇE

Bu da yine 12 Eylül generallerinin yaptıkları Anayasayı savunurken başvurdukları ve o zamandan beri de hakları, özgürlükleri ortadan kaldıranların klasik savunma yöntemi olmuştur.
12 Eylül Anayasası’nın antidemokratikliğini söyleyenlere karşı Kenan Evren televizyona çıkar; eleştirilen maddelerin her birinin Norveç, İsveç, Fransa, Almanya, ABD,…vb. anayasalarından alındığını söyleyerek, bütün itirazlara tartışılmaz bir yanıt vermiş olurdu!

Ama Evren de bugünkü Erdoğan ve Davutoğlu gibi, bütün cımbızla seçilen ve gerici güçlerin bu anayasalara soktuğu maddelerden söz ederken, bu ülkelerdeki insan haklarının bir kültüre dönüşmüş olmasından, yazılı ve yazılı olmayan demokratik geleneklerden bu hakları, özgürlükleri koruyan mekanizmalardan, geleneklerden hiç söz etmezdi.

Şimdi de Davutoğlu polise bu özgürlükleri sınırlayan yeni düzenlemeleri, Almanya’dan, İngiltere’den ABD’den almakla savunuyor. Ama bu ülkelerde polisin bu yetkisini kullanmasını kayda şarta bağlayan karşı yasal ve idari önlemlerden, demokratik kazanımların varlığından hiç söz etmiyor.

BÖYLE POLİSE BÖYLE DENETİM!

Anayasa Mahkemesine üye seçiminde cumhurbaşkanının üyelerin çoğunu seçmesine karşı çıkanlara bu görüşün sahipleri, “Bunda ne var ki Norveç’te Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunu Norveç Kralı seçiyor” diyerek tezlerini savunmuştu. Bu tezi dalgaya alan bir gazeteci; (Şimdi kim olduğunu anımsamıyorum) “Bizde de Norveç Kralı seçerse bir itirazımız olmaz” diye yanıt vermişti!

Çünkü Norveç Kralı, krallığı sembolik olan kişidir ve krallık kurumu, uzun yıllar içinde kendisini sıcak siyasetin dışında tutan, toplum karşısında tarafsız görünen, genelde saygın bir kuruma dönüşmüştü. Ki, bizim seçilen cumhurbaşkanlarımız ise “tarafsız” olmaları anayasal bir yükümlük olarak belirtilmişken, tam tersine arkalarına aldıkları partinin militanı olarak hareket etmekte birbiriyle yarışmışlardır.

Bizde polisle ilgili düzenlemelerde, polisin kontrolü valiye, kaymakama verilirken Mecliste de bir “güvenlik komisyonu” kurulması vadediliyor. Ama o “mülkü amir”ler bugün artık AKP’nin il ve ilçe başkanlarından daha az “partizan” değillerdir. Dahası emniyet ve yargı artık, öncesi bir yana, “Paralel yapıyla mücadele” adına hükümeti de geçelim AKP’nin kolları olarak yeniden kadrolaştırılmaktadır. Ki bu durumda ne mülki amirlerden, ne de savcılardan polisin yetkilerini aşıp aşmadığının denetimini yapmaları beklenemez. Gezi davalarından KCK davalarına, 17-25 Aralık operasyonlarından kontra güçlerin sokağa salınmasına kadar pek çok uygulamada bu açıkça görülmektedir.

Hal böyle olunca “Polise şu yetkiyi veriyoruz ama onu denetleyecek mekanizmaları da getiriyoruz” iddiasının pratikte bir karşılığı olmamaktadır.

‘POLİS DEVLETİ’NE DOĞRU ATILMIŞ BİR ADIM

Hükümet, “Özgürlük ve Reform Paketi” adını verdiği paketi bir “torba yasa” gibi hazırlamış, polise yetkiden iş güvenliğine kadar birçok düzenlemeyi bu “pakete” koymuştur. Mecliste de AKP’nin her tür antidemokratik ve özgürlük düşmanı hülyasının da bu “pakete” atılması sürpriz olmayacaktır.

Dolayısıyla bu girişim sadece bir “polise yetki”yle ve “gösteri hakkı”na getirilen (Bu ayrı ve çok önemli bir konudur) engellerle sınırlı da kalmayacaktır. Bu yüzden de bu tartışmayı genişleterek sürdürmek, tasarının tüm maddelerini  içeriğini ve amacını teşhir etmek, işçi sınıfı ve halk yığınları içinde gerçeklerin görülmesi için gerekli girişimleri yapmak, Meclisteki tartışmaları yakından izleyip tutumlar geliştirmek son derece önemli olacaktır.

Siyasi parti ve çevrelerden sendikalara, emek örgütlerinden kurultay komitelerine, her tür işçi, emekçi platformundan çeşitli adlar altındaki komite vb. girişimlere, derneklere bu konuda önemli görevler düşmektedir.

Çünkü bu adım Erdoğan ve AKP Hükümetinin, “Tayyip Erdoğan rejimi” oluşturmak ve ülkeyi bir “polis devleti”ne dönüştürmek için atmayı amaçladığı bir adım olarak görünmektedir. Bu yüzden de Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinde AKP Hükümetinin bu adımını önlemek son derece önemli olacaktır.

(*) Gerek 1 Mayıs gözaltıları gerekse Anayasa’nın nerelerden derlendiğine dair hatırlatmalar bu köşenin okurları için yabancı değildir. Çünkü daha önce de en az birer kere bu köşede bu hatırlatmalar yapılmıştı. Ama AKP Hükümeti her vesile ile özgürlükleri kısıtlamayı başlıca işi haline getirince, eskinin bu “klasikleşmiş” özgürlük düşmanlığı uygulamalarını ve bu uygulamaların savunusunu deşifre etmek için gericiliğin eski cephaneliğini de gündeme getirmek, yeniden yeniden söyleme pahasına kaçınılmaz oluyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa