‘Sorunlar gelmeden meselelere çözüm üreten bir yönetim anlayışı’

Yazının başlığı Çalışma Bakan’ı Faruk Çelik’e ait. Bursa’da yapılan 36. Rumeli Buluşmaları etkinliğinde Yeni Türkiye’nin yönetim anlayışını böyle tanımladı. Ve ekledi “Önlemler paketi Türkiye’nin önünü açıyor.”
Bakanın ortaya koyduğu bu anlayış karşısında heyecanlanmamak mümkün değil.
Sadece; 2014 yılının ilk 9 ayında 1414 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini, iş güvenliğine ilişkin bir dizi tedbirin Soma katliamı sonrasında bile iktidar partisine mensup vekillerin oylarıyla reddedildiğini, deniz ve hava ulaşımının “rekabet avantajı sağlamak” gerekçesiyle büyük ölçüde iş güvenliği kapsamından çıkartıldığını, müsvedde kağıtlara kalem kalem yapılan can parası hesaplarını ve binlerce işçinin yaşamını yitirmiş olmasına karşılık ne patronların ne de devletin katlandığı herhangi bir ciddi yaptırım bulunmadığını görmezden gelmek gerekiyor. Hepsi bu(!)
Aslında hepsi bu da değil. Bir de; işsizliğin her türlü hesaplama cambazlığına karşın çift haneli rakamlarda olduğunu, Çalışma Bakanının kendisiyle görüşmeye gelen işçilere “Size iş verirsek herkes ister” dediğini, asgari ücretin kimi kalabalık aileler bakımından “ekmek-peynir-zeytin” açılımını bile karşılamakta zorlanabileceğini, sendikasızlaştırmada bir “dünya markası” haline geldiğimizi falan da dikkate almamak lazım(!)
Bu bağlamda, Yeni Türkiye’nin ileri yönetim anlayışıyla aramıza “fitne” sokan bir başka unsur da Anayasa’daki “sosyal hukuk devleti” ibaresine fazlaca takılıyor olmamız. Dolayısıyla bu tutumumuzu da gözden geçirmemiz gerekiyor(!)
Aslında siyasal iktidar haklı(!) Hukuk çoğu zaman sadece yürütmenin elini kolunu bağlamıyor, vatandaşın ileri demokrasiyle iftihar etmesini de engelliyor(!) Ancak hangi hukuk kurallarını yok sayıp, hangilerini ciddiye alacağımızı “doğru” belirlememiz halinde bir dizi çelişkiden kurtulmamız da mümkün.
Bunun için yapılması gerekense hadiselere sınıf temelli bakmak. Siyasal iktidarın ortaya koyduğu “sorun önleyici yönetim” anlayışının iş cinayetlerini, işsizliği, yoksulluğu değil de sermaye karını sınırlayan bir dizi düzenlemeyi önlemeye yönelik olduğunu fark etmek. Kaldı ki; bu yeni bir yaklaşım da değil. Bu yanıyla baktığımızda, Türkiye çalışma mevzuatı başta grev hakkını kısıtlayan düzenlemeler olmak üzere sayısız “önleyici” hükümle dolu. Ve öyle anlaşılıyor ki; Yeni Türkiye bu eski alışkanlıklarını korumakta son derece de kararlı.
Nitekim sendikal hakları daha da daraltan bir dizi düzenlemenin AYM tarafından iptal edilmiş olmasına karşılık, Türkiye’de fiili grev yasağına dönüşen grev “ertelemesi” iptal edilen düzenlemeler arasında yer almıyor. Çalışma Bakanının ortaya koyduğu “sorun önleyici yönetim” anlayışına verilebilecek en iyi örnek sanırım bu(!) Devlet, sermaye açısından sorun olabilecek bir grevi durdurabilme yetkisinden vazgeçmiyor.
Buna karşılık Çalışma Bakanı Soma katliamından ve Torunlar’daki iş cinayetlerinden bahsederken “Hiçbir zenginliğe, hiçbir servete, hiçbir getiriye karşılaştırma edilemeyecek feci bir tablo” ifadesini kullanıyor ve ekliyor “Ben inanıyorum, bu kazalarla karşılaşan tüm işverenler ‘keşke servetim gitseydi de bu iş başıma gelmeseydi’ düşüncesindedir.”
Bu demeç, gerek siyasal iktidarın gerekse işverenlerin samimiyetini test etmek bakımından çok önemli bir fırsattır.
Hükümetin iş cinayetlerinin olmadığı işletmeleri ödüllendirme politikasından hızla vazgeçip, iş cinayeti halinde patronun tüm mal varlığına el koyulacağına ilişkin bir düzenlemeyi gündeme getirmesi halinde tarafların tümü samimiyetlerini ispat etme olanağına kavuşacaktır.
Ayrıca kuşku yok ki; böylesi bir düzenleme Çalışma Bakanlığını da rahatlatacak ve Sayın Bakanın da yakındığı binlerce şirketin denetimi ihtiyacı bir anda ortadan kalkacaktır.

Evrensel'i Takip Et