Müzakere süreci nereye ve nasıl?
Fotoğraf: Envato
En zor dönemlerinden birini yaşayan müzakere sürecinin seyri ve geleceği çeşitli açıklamalar ve yazılar üzerinden tartışılıyor.
HDP Milletvekili ve İmralı Heyetinin Üyesi Sırrı Süreyya Önder’in söyledikleri, Nuray Mert’in onu eleştiren yazısı ve Önder’in buna yanıtı.
ÖNDER VE MERT’İN TARTIŞMASI
Tartışmanın başına dönersek Sırır Süreyya Önder’in Cüneyt Özdemir’in 5N1K programında, “Devlet tamamen ikiye ayrılmış vaziyette; bir yanda süreçten yana olanlar bir yanda buna karşı darbe yapmak isteyenler var” (CNN Türk, 22/10/2014) şeklindeki yaklaşımı Nuray Mert tarafından “Barış süreci, iktidar ve ilahi Sırrı!” başlıklı bir yazıyla eleştirildi.
“Doğrusu, ben, demokrasiden uzaklaşmış bir sistem içinde Kürtlerle barış sürecinin başarılı olmasının imkansız olduğunu düşünenlerdenim. Ancak, nihayetinde barış sürecinin tarafları yola devam ettiği sürece bize laf düşmez diye düşündüm, doğrusu hala böyle düşünüyorum” diyen Mert, şöyle devam etti: “Son güvenlikçi yasalar bu kabineden geçmedi de gizli darbeciler tarafından mı devreye sokuldu? Sahi Sırrı arkadaşımız, bizimle dalga mı geçiyor? Komiklik yapmayı sevdiğini biliyoruz, ama komik olmaktan çekinmez mi?” (diken.com.tr, 22/10/2014)
Önder, kendisine “ona göre ortada bir ‘darbe mekaniği’ var, tüm sorunlar bu mekanikten kaynaklanıyor” eleştirisini de yönelten Mert’e “Ne iyi bir savaş vardır ne de kötü bir barış” başlıklı yazısı ile yanıt verdi. “Sırf AKP gitsin diye, onun yerine bize en az onun kadar uzak ve sicili en az onun kadar sorunlu başka bir iktidarın inşasına vesile olacak bir yaklaşımın sorumluluğu tartışmalıdır” diyen Önder, tezini kanıtlamak için şu örneği de verdi: “Kobane için toplanan kalabalığı sürekli gazlayan bir jandarma refleksinin başka bir refleksi tetikleyeceğini bilenler bunun çapını da az çok tahmin etmekteydiler. İşte darbe mekaniği böyle çalışır.” (Radikal.com.tr, 24/10/2014)
HÜKÜMET İLE ASKERİN UYUMU
Öncelikle Mert’in Önder’e yönelttiği eleştirilerin esasını oluşturan, güncel bir “darbe tehdidi” iddiasının bu tartışmanın göbeğine koymanın sorunlu olduğu tespiti bizce de doğrudur. Önder’in Mert’e cevaben yazdığı yazıda, Kobanê için toplanan kalabalığı gazlayan jandarma refleksini hatırlatması da, kendi iddiasını doğrulayacak sağlam bir gerekçe oluşturmuyor. Zira aynı süreçte polisin aynı eylemlere aynı alanda yine gazla müdahale ettiği, bu müdahalenin birlikte gerçekleştiği biliniyor. Diğer taraftan da Roboskî’de katliamı gerçekleştiren askerin Erdoğan tarafından tebrik edildiği, diğer yandan özellikle Ergenekon davası süreci ve sonrasında askerin Hükümete bağlı bir noktaya getirildiği biliniyor. Bundan, hiçbir generalin gönlünde darbenin yatmadığı sonucu da çıkmaz ama, bu gibi ihtimaller ortada duran fotoğrafı görmememizi de gerektirmez.
Ancak, Mert’in yaklaşımında da Kürt siyasi hareketinin Hükümet ile kurduğu ilişkiyi tamamen tarif etmeyen bir yön var. Kürt hareketi, aslında Hükümet ile kurduğu ilişkiyi uzunca bir süredir “mücadele ve müzakere” denklemi çerçevesinde sürdürüyor. Örneğin DTK Eş Başkanı Selma Irmak, Erdal İmrek’e verdiği röportajda, Hükümetin çözüm sürecinin hiç aksamadan devam ettiği biçimindeki açıklamalarına şu soruyla karşılık veriyor: “E bu kadar iyiyse bu yaşadıklarımız nedir?” Irmak, Hükümetin sürece dair tutumunu ciddi biçimde eleştirirken, bu sürecin önemini çok iyi özetliyor: “Kürtler yıllarca öldüler, öldürüldüler. Köylerinden sürüldüler, her türlü acıyı yaşadılar. Ölümü yaşayan insanlar için ölümden öte köy yoktur. Biz kaybedilecek her şeyi kaybetmişiz zaten. En değerli varlıklarımızı kaybettik. Çocuklarımızı, evimizi, yurdumuzu, geleceğimizi, geçmişimizi, tarihimizi, toprağımızı, çocukluğumuzu kaybettik. Kaybedecek daha fazla şeyimiz yok. Ama bu sürecin ters tepmesi halinde hepimizin uçuruma sürükleneceği bir süreç gelişecek.” (Evrensel, 23/10/2014)
Aslında bu yaklaşımın Kürt siyasetinin çeşitli aktörlerinin açıklamalarına da yansıdığını ve Öcalan’ın Hükümete yönelik kendisini “araçsallaştırmaması” uyarısını da aynı bağlam içinde görmek gerekir.
Önder’in Mert’e yanıtındaki “Sırf AKP gitsin diye, onun yerine bize en az onun kadar uzak ve sicili en az onun kadar sorunlu başka bir iktidarın inşasına vesile olacak bir yaklaşımın sorumluluğu tartışmalıdır” vurgusu ne kadar doğru ise, aksi de o kadar doğrudur. Oysa Kürt hareketinin çeşitli temsilcileri Hükümet ile hem müzakere sürdürüp hem eleştirirken, örneğin CHP’nin Kobanê ve YPG konusundaki pozitif yaklaşımlarına da değer biçtiklerini de söylediler.
Diğer taraftan, Kürt sorununda ateşkes ve devletle temas süreci de 1993’e kadar uzanıyor. Ve önceki siyasetçilerin tutumları ile günümüz iktidarının tutumunda da “devletin sürekliliği”nin göstergesi olarak okunabilecek paralellikler bulunuyor.
Örneğin, Süleyman Demirel Başbakan sıfatıyla 1993 yılında “Kürt realitesini tanıyoruz” dedi ve şöyle devam etti: “Bu ülkede bazı insanlar kendilerine Kürt demektedirler. Bu insanlar Kürt kökeninden gelmektedirler. Onlar vatandaştırlar, bu ülkenin sahibidirler, azınlık değildirler.” Devamında da, PKK’yi 29 Kürt isyanı olarak nitelendirdikten sonra “PKK terörünün ortadan kalkması durumunda daha iyi idare ve eşitliğin olabileceği” vurgusu yapan Demirel, “Ben Kürt meselesi diye bir mesele kabul etmiyorum. Onu kabul edersen Türkiye’yi bölersiniz” dedi. Şimdi bu cümleyi alın, “Akil İnsanlar” heyetini davet edip onlarla 10 saatlik bir toplantı yaptıktan sonra “Önce kamu düzeni sağlanacak” diye açıklama yapan Başbakan Davutoğlu’nun bu sözlerinin arkasına ekleyin. Hiçbir doku uyuşmazlığı göremezsiniz.
Bu noktada, Selma Irmak’ın “bu sürecin ters tepmesi halinde hepimizin uçuruma sürükleneceği bir süreç gelişecek” uyarısı önemlidir ve tüm gelgitlerine rağmen çatışmasızlığına devam ettirerek, demokratik çözüm imkanının zorlanması esas olmalıdır.
KIRMIZI ÇİZGİ: HALKLARIN KAZANIMLARI
Ancak bu da, verili Hükümetin sınırlarını mutlak kabul ederek, ‘darbe ihtimali’ seçeneklerini hatırlatıp onu korumaya aldığı izlenimi veren yaklaşımlarla değil, kitlelerin, halkın inisiyatifinin siyaseti değiştirici gücüne açık olarak ve Hükümeti zorlayarak olur.
Nasıl ki Erdoğan, Kürtlere gelince “Kobani diyerek Türkiye’deki huzura, istikrara, güven ortamına ve kardeşliğe saldırıyorlar. Kobani ile Türkiye’nin ne alakası var, İstanbul’un ne alakası var, Ankara’nın ne alakası var? Kobani ile Siirt’in ne alakası var, Diyarbakır’ın ne alakası var, Bingöl’ün ne alakası var?” (11/10/2014) deyip, ABD’ye “Kobani eğer stratejikse bizim için stratejik” (22/10/2014 ) diyebiliyorsa, Kürtler de, hem Kobanê’deki hem de Türkiye’deki kazanımlarını kendileri için stratejik görüyorlar.
Aslolan çatışmasızlığın devamı ve çözüm imkanlarının zorlanmasıdır. Ancak, Erdoğan şu an
-yeni de olmayan- Öcalan’ın açıklamalarını eğip bükerek, o açıklamalardan Kürt hareketinin diğer unsurlarını kendi çizgisine doğru zorlayacak sonuçlar çıkarmaya odaklı bir taktik izliyor. Bunun gerisinde, Hükümeti 2015 seçimlerine atabilecek kadar zaman kazanma kaygısının gizli olduğunu görmek için kahin olmak gerekmiyor.
Hükümet bir yandan yeni “güvenlik” politikalarıyla baskı ortamını artırarak önünü açmaya ve Kürtleri de istediği türden bir platforma doğru zorlarken, Kürtler de Hükümetin tutumu nedeniyle kesintiye uğrama tehlikesi de bulunan süreci, kazanımlarını koruyacak bir zeminde ilerletmeyi kendi kırmızı çizgisi olarak görecektir kuşkusuz.
Türkiye’nin emek ve demokrasiden yana güçleri de, bu süreci sadece Kürtlerle Hükümet arasındaki bir süreç olarak görmemeli ve ‘demokrasiyi ıskalayan’ yaklaşımların Türkiye halklarının bütününü hedef aldığını bilerek davranmalıdır.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00