Tökezletilen süreç ve hortlatılan militarizm
Fotoğraf: Envato
Cumartesi Annelerinin 500. haftada da çığlıkları sürerken Ermenek’te su basması sonucu mahsur kalan ve hâlâ ulaşılamayan madencilerin ve Isparta’da iş cinayeti sonucunda katledilen mevsimlik işçilerin ailelerinin feryadı yüreğimizi burkuyor. Hele bir madenci annesinin “Oğlum yüzme bilmezdi” demesi gerçekten utandırıyor ve gözlerimizin dolmasına sebep oluyor. Berfo Nine’nin acısına derman olmamış bir zihniyetin bu çığlıkları ne derece duyduğu ve önemsediği tartışılır bir konudur bence.
Bilim insanlarına, insan hakları savunucularına ve rasyonel düşünceye kulak asmayan bu öldürücü zihniyet “ısrar ederim iyi dans ederim” havasında havanda su dövmeyi sürdürürken son 12 yılda 15 bine yakın emekçinin iş cinayetlerinde katledildiği düşüyor haberlere. Hükümetin bakanları sanki ölüme dair rakamları vermekle mükelleflermiş gibi sakin ve pişkin konuşuyorlar. Yaşam çok ucuz bu ülkede önlem almak ise çok pahalı! Ölümlerden sonra alınan ‘güvenlik önlemleri’ gaz bombası gibi adeta; gözlerimiz yaşarıyor ve ağlamaklı oluyoruz! Bedava kömürler, silinen ve ertelenen kredi borçları, ödenen avanslar da cabası; duygularla bu kadar alay edilirdi yani! Çok yazık gerçekten!
İş cinayetleri, kadın cinayetleri, hasta tutuklular, Kobanê Direnişi ve 6-7 Ekim olayları, tökezleyen süreç derken çareyi yine ve yeniden militarizme sarılmakta buldu öldüren zihniyetin temsilcileri. Oysa sürecin tökezletilmesi ya da askıya alınması var olan kırılganlığın artması ve kutuplaşma hallerinin artarak sürmesi anlamına gelmektedir. Tekrar olacak belki ama bu ‘önlemler ya da yöntemler’ haksız şekilde seçim kazanmaya yetebilir ama duygusal kopuşları asla tamir edemez. Yüzyılın Fizikçisi A. Einstein; “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır” ve “Aynı anda hem savaşa hazırlanıp, hem de savaşı önleyemezsiniz” derken yanılıyor muydu yoksa?
“Militarizm, bir ülkede ordu gücünün aşırı derecede ağır basması, her tür sorunu askeri yöntemlere başvurarak çözme, bundan dolayı silahlı kuvvetlere öncelik tanıma eğilimi ve savaşı yüceltmektir. Başka militarizm tanımlarında, ordunun siyasal ve toplumsal hayatta etkin rol alması, sorunların çözümünde şiddet kullanımının meşru görülmesi, hiyerarşinin yüceltilmesi, erkekliğin şiddet kullanımı kadınlığın ise korunma ihtiyacı ile özdeşleştirilmesi gibi özellikler de vurgulanmaktadır.”(Vikipedi) Son gelişmelere bakılırsa süreci ilerletmek yerine savaşı yücelterek militarist dayatmalar tercih edilmektedir. Farklı bir sonuç almayı mı ummaktalar ve/veya savaşı mı önleyecekler acaba?
Bir gazetede bir karikatür görmüştüm: Üzgün bir topluluk karşısında yine üzgün bir kişi, “Üzgünüm, hiç düşmanımız kalmadı” diyordu. Çok düşündürücü bulmuştum bu karikatürü. Türkiye’nin ruh halini iyi yansıtıyordu çünkü. Düşmansız kalmak, barış içinde birlikte yaşamak, ötekilerin varlığından rahatsız olmamak, bilimin yol göstericiliğinde çağdaş ve demokratik bir yaşamı kurmak öldüren zihniyetin ‘kırmızı kitabı’nda yer almıyor ne yazık ki. Dış politikada başarısız olup yalnız kalınca yeni iç düşmanlar yaratıp savaşa başlamak her defasında ısrarla denenen ama başarısız kalınan bir yöntem.
Yapılacaklar bellidir aslında: Barış yapılacaksa düşmanlarla masaya oturulur öncelikle, kimse sizi eleştiremez bu durumdan ötürü. Bunu gurur meselesi yaparsanız barışı sağlayamazsınız. Barışı birlikte yapacağınız bir legal/siyasi yapıyı hedef tahtasına koyup tehdit etmemeniz gerekir. Bu barışa giden yolu dinamitlemek anlamına gelir. Barış ve çözüm projenizi yandaşlarınızla ve partnerlerinizle paylaşmanız ve tartışmanız gerekir. Barış ve çözüm süreçlerinde mutlaka bir üçüncü taraf olmak durumundadır. Bunu gerçekleştirmezseniz güven duygusu zedelenir ve ciddiyet konusunda kuşkular oluşmaya başlar. Her süreç gibi barış ve çözüm süreci de karmaşık ve dolambaçlıdır. Buna rağmen sürecin aktörlerinin her daim kararlı ve cesur olmalarında yarar vardır. Partnerlerinizin saygı duyduğu değerleri aşağılarsanız süreç çok daha karmaşık hale gelir ve askeri darbe olasılığı artar.
Bilimi ve demokrasiyi sindiremeyen devlet ya da toplumların sorun çözme pratikleri çok sınırlıdır bence. Bu sebeple daha gidilecek uzun bir yol var diye düşünüyorum. Taraflar birbirlerini ve üçüncü tarafları anlamaya çalışmazlarsa ve legal oluşumlarda demokratik olmayan tutumlarını sürdürürlerse barış ve çözümün çok uzakta olacağı açıktır. Şu an, satrançtaki gibi bir kilitlenme hali yaşanmaktadır: Bunu aşmak için satranç oyununda nasıl bir taş feda ediliyorsa pratikteki kilitlenmeyi aşmak için gurur ve ön yargıdan fedakarlık edilmelidir diye düşünüyorum.
- Nobel bilim ödülleri ışığında Türkiye'ye bakmak 20 Ekim 2016 00:29
- Kısacık ömürlere neler sığdırılırmış neler! (2) 06 Ekim 2016 00:07
- Kısacık ömürlere neler sığdırılırmış neler! 22 Eylül 2016 00:52
- Bu kaos ve kabus ortamında barış olası mı? 25 Ağustos 2016 00:32
- Kentlerimiz ve demokrasimiz 11 Ağustos 2016 01:00
- Darbe girişimi, normalleşme ve demokrasi 28 Temmuz 2016 00:51
- Su uyur, Milli Eğitim Bakanlığı uyumaz 14 Temmuz 2016 01:00
- Ne yazmalı ve ne yapmalı? 30 Haziran 2016 00:52
- Militarist ve gerici eğitimle nereye? 16 Haziran 2016 00:52
- Paranın padişahlığı ve güçlünün hukuku 02 Haziran 2016 01:00
- Bilim karşıtlığı, yozlaşma ve faşizm 19 Mayıs 2016 00:52
- Yüzleşemediğimiz için yozlaşıyoruz! 05 Mayıs 2016 01:00