09 Kasım 2014 00:56

‘Milli hikaye’ meselesi (1)

‘Milli hikaye’  meselesi (1)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Senin de sular seller misali ezbere bildiğin gibi, bizler kılı kırk yararak, ince eleyip sık dokuyarak, öncelikle  “vicdan”larımızın sesine kulak kabartıp, ardından da kafataslarımızın içinde yan gelip yatan “akıl”larımıza danışıp, böylece arada bir önlerimize konulan “sandık”lara attığımız “oy”larla seçip, akabinde de cumhurumuzun payitahtı Ankara’ya hepimizi temsilen gönderdiğimiz “vekil”ler sayesinde, yıllardan beri sürdürdüğümüz bir “oyun”la oyalanıp dururken, buna, “demok-rasi” diyoruz…

Aslında “kanla, irfanla” kurduğumuz, nitekim “elemtere fiş, kem gözlere şiş” diye diye nihayet bu yıl elhamdülillah “doksan birinci” senesini milletçe “idrak” ettiğimiz bu anlı şanlı cumhuriyet döneminde, önceleri tek partili “otoriter” ya da “milli” şefler, akabinde de devreye giren diğer irili ufaklı siyasi “parti”lerle rayına sokmaya çalıştığımız “demokrasi” çarkını “iyi-kötü”, hatta amiyane deyimiyle “deh-çüş” yürütürken, diğer taraftan arada bir “postal”, “palaska”lı “sıkıyönetim”lerle ağır aksak da olsa yolumuza devam edip, böylece hep beraber yağan yağmurlar altında ıslanıp durduk…

Anayasamızın “hak”, “hukuk” ve “adalet kantarı”ından yana asla taviz vermeyen “yazılı”, ama uygulamada “sözde” kalan maddelerini bir kalemde geçip, diğer yandan “milli tarih”imizin okullarımızda okutulan “sazlı-sözlü” maddelerine bakılırsa; ben, sen, o, öteki, beriki, kısacası hepimiz, yani dün “eski”, bugünlerde “yeni” Türkiye’de yaşayanların cemi cümlesi, dişisiyle erkeğiyle “aynı fidan”ın güller açan birer dalıyız, yok aslında hiç birimizin yek diğerinden zerre kadar, miskal kadar en ufak bir farkımız…
Nitekim Hakkari’den Edirne’ye, Ordu’dan Muğla’ya kadar uzanan şu kadar bin kilometrekarelik “mübarek” vatan topraklarında Halil İbrahim Sofrası’nın beti ve bereketi, tüm “ocak”larımızın “baca”larından gökyüzüne doğru salına salına yükselen dumanlarla tüterken, öte yandan içinde bulunduğumuz bu güzelim “ahval”imizi kıskanan, bunu nedense bir türlü içlerine sindiremeyen “dahili ve harici bedhah”larımız da, ne yazık ki dün olduğu gibi, keza bugün bu saat ellerinden gelen her türlü “şer odakları”nı üstümüze salıp, dolayısıyla “birlik ve bütünlüğümüzü” ellerinden geldiğince parça pinçik etmek için uğraşıyorlar ama, onların bu baptaki çırpınışları her zamanki gibi evvel Allah duvara tosluyor elhamdülillah!

Bu “kefere” tayfasının bitip tükenmeyen küstahça gayretlerinin yanı sıra, ayrıca özellikle de son zamanlarda bukalemun gibi renkten renge bürünerek, ya da çeşitli kılıklar altında oluşturdukları “lobi”ler sayesinde tezgahlamaya çalıştıkları kötü “emel”leri, bittabii ki milletimizin tek vücut olmuş “milli irade”si sayesinde her zamanki gibi engellenirken, bu “hain”lerin, sırtımızı hançerlemeye kalkışan bu mendeburların hevesleri kursaklarında düğümlenip kaldı, kalıyor çok şükür!

Ancak bütün bunlara rağmen yine de atalarımızın buyurduğu, ecdadımızın sıkça tekrarladığı “Su uyur düşman uyumaz!” deyimini asla unutmadan, dahası da memleket sathında her şey yolunda tıkırında giderken, “ocak”larımızda ayran aşımız, mercimek çorbamız fokur fokur kaynarken, aynı zamanda da keza maden ocaklarında her Allah’ın günü binlerce ton kömür; “usta”lık mertebesine ulaşmış siyaset erbabımızın, bir zamanlar “başımızın başı”yken, sürüsüne bereket danışmanlarıyla birlikte aldığı sayısız “önlem”ler sayesinde kazasız belasız çıkarılıp, hatta her “seçim” arifesinde ihtiyacı olan “bacı”larımıza, top sakallı “hacı”larımıza meccanen, sebilullah dağıtılıp, bu yolla “sosyal adalet” düzenimiz layıkıyla korunup kollanırken, şimdilerde, tam da şu günlerde topu topu “üç on para”yla inşa edilen “ak saray”larda yan gelip yatmanın, milletimizin adaletten yana olan “fıtrat”ına asla uymadığını dillendirip, dolayısıyla durduk yere “bölücü”lük yapmanın alemi var mı ağparik!

No!

No, çünkü çevremizde, pırpırım, yani semizotu tohumu misali her geçen günün ardından giderek daha da çoğalan düşmanlarımıza inat, aynı şemsiyenin gölgesinde yaşayan birer “vatandaş” olarak kazara da olsa birbirlerimizi şu ya da şekilde ağaçkakanlar misali didikleyip durmadığımız, tahtakurusu gibi kemirmeyip, tam aksine hep beraber “kardeş”lik tahtında demli çay demleyip, sonra da aynı minvalde hiç değişmeyen “milli hikaye”mize yorgan misali sarılmamız, özüme kalırsa kesinlikle şart Kirvem!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa