Sinemamızın 100. yılı denince
Bu yıl TÜYAP Kitap Fuarı’nın ana konusu “sinema”. Çünkü bu topraklarda sinema yüz yaşına bastı. Sinema yaratıcı emeğin en sıradan deyimle çarçur edildiği bir üretim dalı. Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Kemal Tahir, bu dalda çalıştığını bildiğimiz, ama imzasına sık sık rastlamadığımız isimler. Vedat Türkali ile Onat Kutlar da bu endüstrinin işçilerinden. Adnan Özyalçıner’in ve benim de bu aşure çorbasında bir fiske tuzumuz vardır.
Bütün isimler bir yana , Nâzım Hikmet bir yana. Çünkü ben Nâzım Hikmet’in senaryosunu yazdığı filmleri gördüm. Yoksulluğun trajikomiğini vurgulayan sahne hâlâ aklımda:
Seyyar satıcılar satamadıkları yiyecekleri gece eve götürüyorlar. Çünkü bayatlayacak. Ev halkı bu yiyecekleri yiyor, ertesi gün yenisi yapılıyor. Bu seyyar satıcılardan biri de baklavacı. Onun eve dönüşü evde neredeyse mateme dönüşüyor, çocuklar bir ağızdan “Yine mi baklava...” diye ağlaşıyorlar.
Ben filmi Eskişehir’de seyrettiğimi adının da Balıkçı Osman olduğunu hatırlıyorum. Ama araştırmalarımda Nâzım Hikmet’in o adda bir senaryosunu bulamadım. 1002. Gece-Balıkçı Güzeli adıyla yazdığı senaryonun film oluşu 1953 tarihli görünüyor. Biz o sıra artık İstanbuldayız. Filme herhalde senaryosunu yine Nâzım’ın yazdığı Kahveci Güzeli’ni hatırlatmak için Balıkçı Güzeli adı verilmiş. Belki de filmin adı başka. Nâzım Hikmet’in tüm senaryolarını bilemiyorum ki.
Mesut Kara’nın bir yazısında şu döküm var: “Nâzım Hikmet ve Muhsin Ertuğrul arasında da bir dostluk ve iş arkadaşlığı bağı oluşur. Muhsin Ertuğrul’un İpek Film için çektiği ‘Bir Millet Uyanıyor’ filminde de Nâzım, hem reji asistanı hem de seslendirme yönetmeni olarak önemli bir rol oynar. İpek Film’in sahibi İpekçiler, ilk sesli film stüdyosunu da kurar. 1933 yılında Nâzım’ın yönetmenliğinde İpek Film Stüdyosu’nda Türkçe dublaj yapılmaya başlanır.
Muhsin Ertuğrul, Nâzım Hikmet’le iş birliğini sürdürür ve ‘Karım Beni Aldatırsa’ filminin senaryosunu yazdırır. Nâzım, daha sonra da birçok filmde kullanacağı Mümtaz Osman imzasıyla senarist olarak yer alır filmde. 1933 yılında çekilen yedi filmin beşi ‘Cici Berber’, ‘Fena Yol’, ‘Karım Beni Aldatırsa’, ‘Naşit Dolandırıcı’, ‘Söz Bir Allah Bir’ bu ikilinin imzasını taşır; yönetmen Muhsin Ertuğrul, senaryo Mümtaz Osman. Aynı yıl çekilen ‘Düğün Gecesi/Kanlı Nigar’ filminin ise hem yönetmeni hem de senaristidir Nâzım. 1934 yılında da Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ‘Aysel Bataklı Damın Kızı’, ‘Leblebici Horhor Ağa’ ve ‘Milyon Avcıları’nın senaryoları da Mümtaz Osman takma adıyla Nâzım’a aittir. Nâzım Hikmet 1937 yılında ‘Güneşe Doğru’ filmiyle, senaryosunu da yazdığı filmde bir kez daha yönetmenlik yapar. Bütün bu çalışmaları sürerken hakkında da yeni davalar açılmıştır ve 1938 yılında tutuklanır. Uzun mahkumiyet yılları başlamıştır. Buna rağmen İpekçiler ve Muhsin Ertuğrul, Nâzım Hikmet’le ilişkilerini kesmez, senaryo yazdırmayı sürdürürler. 1939 yılında ‘Tosun Paşa’, 1940’ta ‘Şehvet Kurbanı’, 1941’de ‘Kahveci Güzeli’ (M. İhsan imzasıyla) ve 1942’de de ‘Kıskanç’ filmleri çekilir Mümtaz Osman imzalı senaryolarla.
Nâzım Hikmet 1946 yılında Muhsin Ertuğrul için Ercüment Er imzasıyla özgün bir senaryo yazar: ‘Kızılırmak Karakoyun’.”
Filmlerin çoğu İpek Film stüdyosunda çekilmiştir. Nâzım hapse girdiği için çekilemeyen İstanbul’la ilgili bir şiir film (İstanbul Senfonisi) ise tasarı halinde kalmış. Müziklerini Mesut Cemil’in hazırladığı bilinen filmin şarkılarından “Martılar ah eder çırparlar kanat” ile “Kanatları gümüş bir kuş” un sözlerinin Nâzım Hikmetin oluşu fark edilince 1980’de TRT’de çalınması yasaklanmıştı.
Benim aklımdaysa Karım Beni Aldatırsa’nın ünlü şarkı sözleri :“Aldatırsa beni karım/ Ben ona bir iş yaparım/Devrederim aşığına/ Sağlam bir nikah kıyarım/Nikahta vardır keramet/Aşığa olmaz merhamet/ Beni aldatan karı/ Onu da aldatır elbet”
Nâzım Hikmet Vâ-Nû’lara yazdığı bir mektupta sinemamızın sorununu şu cümlelerle özetleyiverir: “Bizde filmcilik ilerlemiyorsa, sosyal sebepler bir yana, sebep ne teknik noksanında, ne aktör noksanında, ne rejisör, ne sermaye noksanındadır. Bütün mesele film çevirmek isteyen sermayedarın kafasında ve çeviren insanın zihniyetinde Amerikan, İngiliz, Fransız filmlerinin örnek tutulmasındadır. Hâlbuki biz eldeki teknikle, personelle, parayla hakikaten güzel filmler çevirebilirdik. Yeter ki ‘Türk janrı’ filmin mevcut imkanlarla nasıl olması gerektiği işi üzerinde düşünülsün. (...) meselâ bana senaryo yazdırırlarken, benden ne operet, ne melodram, ne kepaze sergüzeşt mevzuu değil; benden ciddi, realist, ağırbaşlı ve tek kelimeyle gerekirse altına imzamı koyacağım senaryo istememeleridir. Hâlbuki şimdiye kadar bana yazdırdıkları senaryoların hiçbirinin altına bir milyon verseler imzamı koymam ve hatta bunları yazdığımı bile inkâr ederim”.
Nâzım’ın seslendirmelerde ciddi çalıştığını, kayıtlarda nasıl uzmanlar çalıştırdığını bir anısında Ünlü Öğretmen Salim Rıza Kırkpınar anlattı: “Seni Nâzım görmek istiyor dediler, gittik . “Hoca Nedim’den bir gazel ezberinizde bulunur mu?” diye sordu. “Bir mırıldanayım” dedim, bir iki mırıldandım, okudum: “Bir nîm neş’e say bu cihânın bahârını. /Bir sâgar-ı keşîdeye tut lâle-zârını” Nâzım kaydediyormuş. “Sesini dinlemek ister misin” deyip, bana o zamanki “tel” kaydından dinletti”.
Evet Türk sinemasından da Nâzım geçti. Hem de hâlâ film olmayı bekleyen “Memleketimden İnsan Manzaraları”yla.
Evrensel'i Takip Et