‘Aleviliği inkar’ açılımı!
Fotoğraf: Envato
Son günlerde Hükümet cenahından “Alevi açılımı” yapılacağı sıkça gündeme getirildi. Bunu da Davutoğlu’nun Hacıbektaş’ta yapılacak “Aşure Günü”ne katılarak oradan yapacağı belirtiliyordu. Başbakan Davutoğlu, cumartesi günü Hacıbektaş’ta “beklenen” konuşmayı yaptı.
Konuşmasına “Burada politika yapmayacağım” diye başlayan Başbakan Davutoğlu, politikanın daniskasını yaptı; Aleviliği yok saydı; tüm Alevileri Erdoğan’a teşekküre çağırdı, CHP’ye verdi veriştirdi; özellikle laisizmi savunan Alevileri “Alisiz Alevilik yapmak”la suçladı!
Uzun konuşmasında Başbakan lafı döndürüp döndürüp 13.yüzyıla getirerek Hacıbektaş, Mevlana, Emir Sultan, Ahmedi Yesevi,… gibi “seyitler”, “erenler” etrafında laf dolandırarak Aleviliği bir “Anadolu İslam geleneğine” indirgeyip, Alevilik ile Sünnilik aynı geleneğe bağlıdır deyip böylece Alevilerin inanç özgürlüğü etrafındaki taleplerini “Alisiz Alevilik” anlayışına bağladı. Sanki Ali’yi reddeden bir Alevilik varmış gibi!
Yani Davutoğlu’na göre; Türkiye’de bir inanç özgürlüğü sorunu yoktur ama Alevlik iyi anlaşılamadığı için yanlış algılanmaktadır!
Davutoğlu uzun konuşması boyunca dönüp dönüp asıl vurgusunu “Sünnilikle Aleviliğin bir farklılığının olmadığı”nı kanıtlamaya çalıştı. Bu yaklaşımını da Aleviliğe karşı bir lütuf olarak öne sürdü! Oysa ezilen bir mezhep için hele de böyle arkasında büyük katliamların, savaşların yaşandığı 1400 yıllık geçmişi bir yana, yakın tarihte bile arkasında Maraş, Çorum, Sivas katliamları olan bir sorunu “Sünnilikle bir farkı yok” diye geçiştirmek ancak ezilen mezhebi egemen mezhebin statüsünü sürdürmesine bağlanmak olarak ortaya çıkmaktadır. Burada sorunun çözümü “fark yok”tan değil “Fark vardır ve iki ayrı mezheptir” ve bu farklılıklara karşın inançlar, dinler, mezhepler arasındaki “eşitliği” nasıl sağlayacağıdır! Aksi; mezhepler, inanç sistemleri arasında fark yoktur demenin bugünkü karşılığı egemen mezhep adına ezilen mezhep inkarcılığıdır!
Bütün o laf kalabalığı arasında Başbakan tezini; “Aleviliği çok iyi tanıtmamız lazım ki, bir marjinal akım değil bu toprakların bir geleneği olduğu görülsün” biçiminde açıkça ifade etti. Onun içindir ki Başbakan, “yeni Alevi açılımı”nı “Hacıbektaş ve Mevlana türbelerine giriş parasının kaldırılması” ve “Madımak’ın müze olabileceği”ne indirgedi.
Bu saptama ve “açılıma” dair “vaatleriyle” Başbakan şunları söylemiş olmaktadır:
1-) Aleviler Aleviliği bilmemektedir; dolayısıyla Aleviliğin ne olduğunu, Anadolu’da nasıl biçimlendiğini hangi kaynaklardan feyz aldığını devlet öğretmelidir.
2-) Alevilik Sünnilik ya da diğer mezheplerden ayrı ritüelleri olan, belirli bir inanç sistemi olan ayrı bir mezhep değildir bir gelenektir. Dolayısıyla camiden ayrı bir ibadet yeri, Sünnilikten ayrı gayrılığı olan bir inanç sistemi olmaz. Bu ayrılığı savunanlar Sünnilerle Alevileri ayırmak isteyen “Alisiz Aleviliği savunan sapkınlardır!”
Oysa şu çok açık: Aleviler en azından son çeyrek yüz yıldır;
* Din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması,
* Cemevlerine cami gibi ibadethane statüsü tanınması,
* İmam hatiplerin kaldırılması,
* Diyanetişleri Başkanlığının lağvedilmesi,
* Devletin cami yapma, camilere imam atama, bu imamların maaşını her din ve mezhepten insanların ödediği vergilerden oluşan Hazineden ödemekte vazgeçmesi,
* Madımak’ın müze yapılması
gibi başlıca talepleri savunmaktadırlar.
Kısacası Aleviler, imtiyaz, ayrıcalık değil devletin din işlerine karışmadığı, laik ve dolayısıyla Sünniliğin diğer inançlar üstünde devlet eliyle kurulan baskısının ve egemenliğinin kaldırılmasını istemektedir.
Bugün Alevilerin mücadele yürüten kesimleri, Alevilerin inanç özgürlüğünü Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesine bağlamaktadırlar.
Dolayısıyla Alevilerin inanç özgürlüğü sorunu sadece Alevilerin savunması gereken bir talep değil tüm demokrasi güçlerinin, laik ve demokratik Türkiye mücadelesinin başlıca talebi olmak durumundadır.
Hele de Ortadoğu ve İslam dünyasındaki şeriatçı, cihatçı eğilimlerin böylesi gemi azıya aldığı, AKP iktidarının “muhafazakar toplum” planını pervasızca devreye soktuğu bir dönemde Alevilerin laisizm temelinde bir inanç özgürlüğü mücadelesine yönelmesi tüm demokrasi güçleri ve ülkenin geleceği bakımından son derece önemlidir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00