11 Kasım 2014 00:59

Yirmi beşinci yılında 'Yeni Almanya'

Yirmi beşinci yılında 'Yeni Almanya'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Berlin Duvarı’nın yıkılışının yirmi beşinci yılı kutlanırken Almanya bir kimlik şantiye alanına benziyor. Ciddi bir deflasyon riski ve avro kuşağında yeni bir resesyonla karşı karşıya olan Almanya’da siyaset önümüzdeki dönemde kuşkusuz daha da kızışacak. Bu gerilimli dönemde her siyasi aktör geleceğin Alman kimliğine dair öngörüsünü ve taleplerini ortaya koyarken, geçmişe yönelik bir yorum geliştiriyor. Resmi Alman kimliği nasyonal sosyalizm sonrası, göç sonrası ve komünizm sonrası gibi üç eksen üzerinde tanımlanıyor. Her üç eksende “sonra”nın ne olduğu kadar, “sonra”ya geçişin nasıl olduğu ve ne anlama geldiği tartışmalı. Berlin’de eski duvarın hemen yanında Terörün Topografisi müzesindeki sergide 1952’de Şansölye Konrad Adenauer’in Mehmet Ağar’ın TBMM Susurluk Komisyonuna verdiği meşhur “tuğlayı çekerseniz” ifadesini hatırlatan sözü yer alıyor: “Artık Nazi koklamaya son vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü inanın eğer buna başlarsak nerede biteceğini kimse bilemez”. Aynı sergide “yeniden entegrasyon” başlığı altında insanlığa karşı suçlardan ve savaş suçlarından sorumlu birçok eski Nazi’nin savaş sonrası Almanya’da mahkemeye çıkartılmadan toplumda etkin olmaya devam ettikleri ve hatta devlet görevinde bulundukları anlatılıyor. Neonazizimin güncel bir tehdit olarak hayatta olması savaş sonrası tartışmanın hâlâ güncel olduğunun bir işareti. 
Göç sonrası toplum kavramı ise 1960’lardan beri farklı zamanlarda Almanya’ya yerleşen topluluklar için garip bir tanımlama. Almanya’daki üçüncü kuşak hâlâ azınlık kavramı yerine göç ve göçmenlik kelimelerinin başındaki post ön ekiyle tanımlanmaya “Daha kaç kuşak geçmesi lazım?” diye haklı ve anlamlı bir tepki gösteriyor. Cenazesini Almanya’da gömme konusunda bile sorunlar yaşayan bir azınlığın sürekli misafir muamelesi görmesi, taleplerinin “hasbehas” Alman cetveliyle ölçülüp biçilmesi ve hatta “Ya alışırsın, ya gidersin” tavrı çoğulcu bir göçmen toplumu iddiasıyla açıkça çelişiyor. Entegrasyon adı altında devlet eliyle yürütülen çalışmalar azınlıklara Alman “değerlerini” ve “hayat tarzını” (bunlar sanki objektif olarak varolan olgularmış gibi) öğretmeye çalışırken, çoğunluğa azınlıklarla ilgili nasıl bir eğitim verildiği kuşkulu. Çoğunluk ve azınlık arasında eşitlik kurmayan bir kimlik inşasının çoğulcu olarak tanımlanamayacağı ise aşikar.
Komünizm (daha doğrusu Doğu Almanya) sonrası toplum kavramının da diğer kavramlar gibi muğlak olduğu Alman Federal Meclisi Bundestag’taki merasimde bariz olarak gözler önüne serildi. “Cesaretlendirme” adlı şarkısını çalması için davet edilen Wolf Biermann’ın meclisteki Sol Parti sıralarına “Neyse ki aşılmış olanın sefil artığı” olarak seslenmesi devlet merasimi sınırlarının bile üstünü örtmekte zorlandığı bir toplumsal ve siyasal gerilimin varlığını gösteriyor. 1936 doğumlu Biermann’ın annesi bir komünist ve babası Hamburg tersanesinde çalışan ve direnişe katılan bir Yahudi’ydi. Baba Biermann Nazi gemi yapımını sabote etmekten ötürü önce cezaevine sonra toplama kampına gönderildi ve 1943’te Auschwitz’te katledildi. Biermann ise 17 yaşında komünizme inandığından Doğu Almanya’ya göç etti ve 1976’da hükümet tarafından vatandaşlıktan çıkartılana kadar burada ikamet etti. Biermann’ın mecliste seslendirdiği şarkı 1968’de gizli servis tarafından ev hapsinde tutulan bir arkadaşına yazdığı şiire dayanıyor. 1999’da NATO’nun Kosova müdahalesini, 2003’te ABD’nin Irak işgalini destekleyen ve Sol Parti’yi “sol değil, gerici” olmakla suçlayan Biermann’ın hikayesi Avrupa ve Türkiye’deki 1968 kuşağından birçok entelektüelin pozisyonunu özetliyor. On sene önce bu söylemin gücü daha fazla olabilirdi, ancak artık başka bir dünyada yaşıyoruz ve geçmişe dair tartışmalar şimdi geleceği biçimlendirmek için yapılıyor.
Resmi olarak 1989 Barışçıl Devrimi olarak anılan sürecin tüm dünyada tekrarlanarak liberal demokrasiyi yaygınlaştıracağı fikri hem Irak’ta hem de Ukrayna’da ciddi olarak tökezledi. Frankfurter Allgemeine gazetesindeki yazısında Berthold Kohler Almanya’nın birleşmeyle beraber NATO ve AB’nin doğuya doğru genişlemesine öncülük ederek oluşturduğu istikrarlı bölgenin bir istisna olduğunun altını çiziyor. Putin’in Ukrayna’da izlediği politikayı ise nüfuz alanları ve yaşam alanları için savaşılan normal Avrupa siyasetine dönüş olarak değerlendiriyor. (8.11.2014) Alman siyasetinde de Sol Parti’nin Thüringen eyaletinde ilk defa hükümet kurması söz konusu. Bu eyalette Sol Parti ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) arasında oluşacak bir koalisyonun federal mecliste tekrarlanabilme olasılığı Hristiyan Demokrat Birliğin (CDU) canını fena halde sıkmakta. Böyle bir koalisyonun gerek AB içinde nasıl bir avro politikası, gerek NATO ve Rusya’yla nasıl bir ilişki yürüteceği şimdilik bir merak konusu. Giderek derinleşen bir ekonomik krizin nasıl bir toplumsal dinamiği harekete geçireceğini bugünden tahmin etmek mümkün değil. Almanya’daki gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa