20 Kasım 2014

Volkan Demirel'in aynasından futbolumuz...

Son bir haftanın memleket gündemini dışarıdan gelen bir insana, sadece bizim anlayabileceğimiz kelimeleri çevirmeyi becerip, gazetelerden okusak, alacağımız ilk tepki herhalde “Siz toptan kayışı kopartmışsınız” olacaktır.
Bütün dünya Avrupa Uzay Ajansı tarafından kuyruklu yıldız keşfi için gönderdiği Rosetta’yı tartışırken, “Küba’nın tepelerinde 1178’de cami vardı, Amerika’yı Kolomb’dan önce Müslümanlar keşfetti” tartışmasını hiçbir bilimsel veriye dayanmadan, toplu halde yapmamız bile durumun vahametini ve absürtlüğünü yeterince göstermiyor mu?
Memlekette hayatın her alanında “akıl tutulması” yaşanırken futbolun geri kalmasını tabii ki bekleyemeyiz.
Malumunuz, futbol çöküyor diye aylardır yazıyoruz bu sütunda. İnternette sütunun altındaki arşive bakıldığında futbolun çöküşü ve nedenleri üzerine yazılmış en az otuz yazı bulmanız mümkün. Passolig ucubesi, tribünlerin erimesi, TFF’nin futbolu “yönetemeyişi”, siyasal iktidarın futbolu tamamen “vesayet altına” almak istemesi, bu yolda atılan adımların çöküşü nasıl hızlandırdığı konusunda yüzlerce cümle kuruldu. Sonuç sadece söylediklerimizin gerçek hayat tarafından onaylanması oldu.
Tek başına milli takımın durumu bile çöküşün boyutunu anlatmıyor mu?
Fatih Terim’in dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan “futbol direktörü” gibi cafcaflı bir unvanla milli takımın başına geçirilmesinin siyasal iktidarın isteğiyle gerçekleştiği artık bir sır değil. 2016 Avrupa şampiyonaları elemelerinde üç maç sonrasında 1 puanla grubun dibinde yer alan ve 3 milyon avro vererek hazırlık maçı için getirdiği Brezilya’dan 4 gol yiyen takımın patronu olarak Fatih Terim eleştirilmeye başlandığında savunma siyasetin en yükseğinden geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Ne yapsın? Çıkıp kendi mi oynasın?”, derken Fatih Terim’in kendi koruması altında olduğunu gösterirken, faturayı da futbolculara çıkarmış oldu.
Nihayet, bizim mahalle takımının kalecisinden pek de farkı olmayan Kazakistan takımını aslında futbol oynamadan 3-1 yenince “milli direktörde” rahat bir nefes aldı.
Tam memleket futbolunun geldiği seviye tartışılacakken, maç öncesi yaşananlar sonrasında nur topu gibi yeni bir absürt tartışma konumuz oldu: “Volkan Demirel”…
Ortalığı bu kadar birbirine katacak kadar ne yapmıştı Volkan?
Isınmak için sahaya çıktığında kale arkasında yer alan ve “passolig”den muaf bir takım “yaratıklar” eşine, annesine ve esas vahimi 2 yaşındaki kızına küfür ettiler. Son derece insani bir tepki göstererek sahayı terk eden ve maç kadrosundan çıkan Volkan Demirel maç sonrasında bir anda hedef tahtasına yerleştirildi.
Volkan’ı seversiniz, sevmezsiniz ayrı bir konudur ama kanımca, futbol hayatı içinde en doğru hareketlerden birini yapmıştır. Futbol dünyamıza ve ruh halimize bir ayna tutmuştur.
Nitekim memleket medyasının malum kalemlerinin o tutulan aynadaki akislerini görmek için çok fazla beklemek gerekmedi, birçoğu ağızlarından tükürükler saçarak linç kampanyasına maç biter bitmez başladılar.
Puslu havaların kalemi Hıncal Uluç “Volkan’ı mahkum ederken, küfür edenleri masum ilan etti”, reyting canavarı Ahmet Çakar “Neredeyse vatan haini suçlaması yaptı”, yakında Hıncal Uluç’un malulen emekli olmasını bekleyerek onun koltuğuna aday olduğunu göstermeye çalışan Rasim Ozan neredeyse “Volkan’ın bu küfürleri” hak ettiğini ispata soyundu. Sol duyulu çok az sesin yahu “2 yaşındaki kız çocuğuna küfür etmek nasıl bir sapıklıktır?” sorusu ne yazık ki toz duman altında fazla duyulmadı.
Simge Fıstıkoğlu namlı spiker ise “Küfür yiyorsan neden ben? diye düşüneceksin”  görüşüyle rezilliğin üzerine tüy dikti.
Yahu Volkan’a küfür edin de, 2011’de Volkan’ın eşine yönelik rezil bir pankart açıldı bu memlekette, herkes kulağının üstüne yattı, bu günün çene ishalleri o günlerde tek bir laf söylemedi.
2 yaşındaki kızına küfür edilen bir adam sahayı terk edince “milli davaya” ihanet suçlaması ve neden “sen” sorgulamasıyla karşılaşıyorsa, söyleyecek tek laf zamanında Sezen Aksu’nun çok doğru bir tespitle Hıncal Uluç’a yazdığını genelleştirmektir: “Sizler zalim insanlarsınız hanımlar beyler, kendinizde olmayan değerleri herkesten istiyorsunuz”...
Ha bu arada olay milli dava ise birisi de bana “milli direktörümüzün” neden aylık 800 bin (yazıyla sekiz yüz bin)  lira maaş aldığını da anlatsın. Kendisini “milliyetçi” olarak tanımlayan bu kadar insanın bütün bu kepazelikleri nasıl yaptığını da ayrı bir yazıda tartışalım, arada biz de “kayışı kopartmazsak”.

Not: Yazının sonuna geldiğimde Ankara Tüketici Mahkemesinin, “passolig” uygulamasını Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olması gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine sevk etme haberi geldi. Sevindirici bir gelişme. Memleket futbolunu yeniden kurgulamaya belki buradan başlayabiliriz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et